CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR

29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMI KUTLU OLSUN!









ATATÜRK KİMDİR ; ATATÜRK ULUSLARARASI ANLAYIŞ, İŞBİRLİĞİ, BARIŞ YOLUNDA ÇABA GÖSTERMİŞ ÜSTÜN KİŞİ

Yıl 1976 UNESCO, üyelerine bir öneriyle gelir.

Öneri paketindeki bir cümleyi sizlere okumak istiyorum.

Diyor ki "Bu gün UNESCO'nun üzerinde çalıştığı bütün projelerin isim babası Mustafa Kemal'dir."

Peki Öneri nedir?

Öneri, onun doğumunun yüzüncü yılında, 152 üyesi vardı, UNESCO'nun 152 ülkenin devletleri ayni anda kutlasın önerisidir.

Birden İsveç delegesi ayağa kalkar ve şöyle söyler:

"Ne yani dünyada bu kadar devlet adamı var hepsinin doğum gününü böyle kutlayacak mıyız?"

Rus delegesi ayağa fırlar yumruğunu masaya vurur, ve 152 ülkenin delegelerine aynen şöyle söyler;

"Genç delege arkadasım hatırlatmak isterim ki ATATÜRK öyle dünyadaki herhangi bir lider değildir, bırakın onu bir yıl anmayi her ülke her problemimizde çare olarak aramaliyiz"..

Sonra ne mi olur? UNESCO tarihinde ilk ve tektir hiç negatif oy yok, hiç çekimser oy yok 152 ülke şu metne imza atar;

Hani İsveç delegesi demişti ya "ne yani" diye. O İsveç delegesi bu imzanın atıldığı gün mikrofona gelir ve aynen şunları söyler;

"Ben ATATÜRK'ü inceledim bütün ülkelerden özür diliyor ilk imzayı ben atıyorum"

İşte o muhteşem belge diyor ki;

"ATATÜRK KİMDİR ;

ATATÜRK ULUSLARARASI ANLAYIŞ, İŞBİRLİĞİ, BARIŞ YOLUNDA ÇABA GÖSTERMİŞ

ÜSTÜN KİŞİ,

OLAĞANÜSTÜ DEVRİMLER GERÇEKLEŞTİRMİŞ BİR İNKILAPÇI, SÖMÜRGECİLİK VE YAYILMACILIĞA KARŞI SAVAŞAN İLK ÖNDER,

İNSAN HAKLARINA SAYGILI,

DÜNYA BARIŞININ ÖNCÜSÜ,

BÜTÜN YAŞAMI BOYUNCA İNSANLAR ARASINDA RENK, DİL, DİN, IRK AYIRIMI GÖSTERMEYEN,

EŞİ OLMAYAN DEVLET ADAMI,

TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN KURUCUSU"

Bir filozof der ki "bir ülke için kıstas aradığınız zaman o ülkenin en büyük liderini gözden geçirin."

şu anda kıstas arayan ülkelere sanıyorum bundan daha iyi bir metin gösteremeyiz..

İşte bu metin 152 ülke tarafından imzalanmıstır.

Eşi olmayan devlet adamı metni.



(Prof. Dr. İlnur Güntürkün KALIPÇI'nin yazısından)

KÜLTÜR ANTROPOLOĞU MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

Dünya tarihi bir sıfatın sadece Mustafa Kemal’e verildiğini yazar.. Dünyada O'ndan başka hiçbir liderin alamadığı bir sıfattır bu.. Hangi sıfat mı?

Bir insan doğumundan ölümüne kadar ya bir askerdir, ya bir devlet adamıdır, ya çevrecidir, ya tiyatrocudur, ya sanatçıdır, ya arkeologdur, bir şeydir. Ama bunların hepsi birden olabilen dünyadaki tek lider Mustafa Kemal ATATÜRK olduğu için dünyada; “KÜLTÜR ANTROPOLOĞU” sıfatı verilebilen tek lider de Mustafa Kemal’dir.

'KÜLTÜR ANTROPOLOĞU nedir, ne değildi? Uzun uzun başınızı ağrıtmayacağım. Hadi gelin 5 Mayıs 1935, Ahlatlıbel’e gidelim.

Ahlatlıbel Ankara yakınlarındaki kazıların başladığı yer biliyorsunuz. Bütün arkeoloji kazılarının yapılma emrini veren Mustafa Kemal, müzelerin açılma emrini veren de Mustafa Kemal. Ama bugünkülerde olduğu gibi açın, kazın, imza, öyle değil. Nasıl yetişmiş inanın, 25 yıllık araştırmacıyım hiç anlamadım..

Bakıyorsunuz Efes kazıları başlıyor iki kere gidiyor. Konya‘da Asar kazıları başlıyor başında. Bir de bakıyorsunuz Ahlatlıbel kazıları başlamış başında. Toprak alıyor, ölçüyor, biçiyor. “Ya, ne yapıyor Mustafa Kemal?” diyorlar. Çankaya’ya gidiyor, Çankaya’da üç gün üç gece hiç uyumadan; uyumamak için alnına ıslak bezler koydurmuş, birilerini çağırıyor, telefonlar ediyor, bir heyecan, bir telaş...

Üç gün sonra; “Gelin, diyor Ahlatlıbel’e gidiyoruz”. Hemen geliyor, diyor ki; “arkeologlar toplanın..”

Biliyorsunuz başlarında büyük arkeoloğumuz Zübeyir KOŞAY var. Bu Zübeyir KOŞAY’ın bire bir anısıdır. Toplanıyorlar. Mustafa Kemal heyecanla; “Kazdığınız yer yanlış, şurayı kazmanız gerekir” diyor.

Yabancı arkeologlar; “El insaf paşam. Anladık iyi askersin, iyi devlet adamısın ama yani bu iş de bizim işimiz, niye karışıyorsun” der gibi aralarında birkaç şey oluyor ama emir büyük yerden..

Başlıyorlar Mustafa Kemal’in gösterdiği yeri kazmaya. Sonuç mu?

Bütün bulgular oradan çıkar..

İnat uğruna, ceplerinden ödeyip kendi dedikleri yeri kazarlar hiçbir bulguya rastlanamaz.

Bunun üç gün sonrası, ATATÜRK Galip ARCAN’ın yazdığı “Sırat Köprüsü” adlı piyese davetlidir. Piyesin başında mutludur, biraz sonra sinirlenmeye başlar, bir müddet sonra bitince; “Bana Galip ARCAN’ı çağırın!” der.

Galip ARCAN gelince;

"Bu piyesi siz mi yazdınız?" der. “

"Evet paşam, ben yazdım”.

"Hayır, bu bir "Bolunun Flor Doranj" adlı Boldvilin'in aynen çevirisi. Neden bunu belirtmediniz? Hakkınızda soruşturma açtırıyorum” diyecektir.

Buna benzer pek çok anıyı da okuyunca ne dedim biliyor musunuz? Samimi konuşacağım inanın sizlerle. Dedim ki; “A be Atam, Boldvilin’e varıncaya kadar ne zaman okursun?

Ne zaman kafanda tutarsın?”

Ve o sırada ne yaptım biliyor musunuz? Yirmi yıllık araştırmacıydım, ATATÜRK’le iddiaya girmek gibi, dedim ki; “Senin başında durmadığın, ilerletmeye çalışmadığın bir alan bulmak benim boynumun borcu olsun..”

O sırada da “Sanat ve ATATÜRK” adlı araştırmamı yapıyorum. Baktım resimde Türk tarihinde ilk resim sergisini o açıyor, heykelde dinin etkisini kaldırıyor!!!

Ama karşıma yedinci sanat dalı geldi. Ne? Sinema. Dedim; “herhalde burada iddiayı kazandım”.

Heyhat, baş yönetmen Cezmi AR, başrolde Mustafa Kemal, film çekiyorlar. Ve Cezmi Ar Mustafa Kemal’e tabi Cumhurbaşkanı ya, diyemiyor; şöyle dur, böyle dur, diye. Diğer oyunculara şiddetle bağırıyor. Atatürk; “Gel Cezmi gel, diyor. Burada başkomutan sensin, ben bu işi bilmem. Önemli olan işin iyi çıkması. Bana da aynı şiddet ve hiddetle bağıracaksın..”

Cezmi AR hayatının son günlerinde “Ben bir daha asla öyle bir oyuncuyla çalışmadım..” diyecektir.

Prof. İlknur GÜNTÜRKÜN KALIPÇI

BBC Türkçe: Tarihi değiştiren büyük adamlardan Mustafa Kemal Atatürk

Arşiv Odası'nın bu bölümünde, BBC Türkçe Radyosu'nun, Mustafa Kemal Atatürk'ün 35'inci ölüm yıl dönümü olan 10 Kasım 1973'te yaptığı özel yayın var.


ATAMIZIN SİYASET, AHLAK, HİZMET, DEVLET YÖNETİMİ HAKKIDAKİ SÖZ VE DEMEÇLERİ

SİYASET BİLİMİ VE DEVLET YÖNETİMİ

Siyaset ve olumlu ahlâk
İnsanlar daima yüksek, temiz ve kutsal amaçlara yürümelidirler. Bu hareket şeklidir ki insan olanın vicdanını,beynini ve bütün insanî kavramını tatmin eder. Bu şekilde yürüyenler, ne kadar büyük özveride bulunurlarsa, yükselirler ve bu hareket şekli kesinlikle açık olur. Çünkü alnı açık, beyni açık, kalp ve vicdanı açık insanlar tarafından yönetilen toplumlar, ancak bu anlamda hareketlerin izleyicisi olabilirler. Fikirlerini, duygularını ve girişimlerini gizli tutanlar, gizli yollar uygulamaya
 kalkışanlar, kesinlikle utanma ve sıkılmayı gerektiren, akıl ve mantığın dışında hareket edenler olabilirler. Bu gibi işlere girişenlerin sonu en geç, acıdır.
1926 (Atatürk’ün S.D. III, s. 80-81)
 
Bizim yüzümüz, her zaman temiz ve lekesiz idi ve daima temiz ve lekesiz kalacaktır. Yüzü çirkin, vicdanı çirkinliklerle dolu olanlar, bizim vatanseverce, vicdanlıca ve namusluca hareketlerimizi, küçük ve çirkin tutkuları yüzünden çirkin göstermeye kalkışanlardır.    
1927 (Nutuk II, s. 882)


Milletin içinde serbest bir birey olmak kadar dünyada mutluluk var mıdır? Gerçekleri bilen, kalp ve vicdanında manevî ve kutsal hazlardan başka zevk taşımayan insanlar için, ne kadar yüksek olursa olsun, maddî makamların hiçbir değeri yoktur.
1922 (Nutuk II, s. 663)

Milletin kişilere, kendini unutacak ve kendini kaptıracak kadar tutkun  olması,  iyi  sonuç  vermez.  Bunun  tarihte Örnekleri çoktur.      
1930 (Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., s. 265)


Geleceğin güvencesi
Şu ve bu biçimde, birtakım kuş beyinli kimselere kendinizi beğendirmek hevesine düşmeyiniz; bunun hiçbir değeri ve önemi yoktur. Eğer şunun, bunun güler yüz göstermesinden kuvvet almaya tenezzül ederseniz, halinizi bilmem, fakat geleceğiniz çürük olur.
1908 (Atatürk’ün S.D.V, s. 112)

İnsan ve çalıştığı çevre
İnsan yaşadığı, bulunduğu ve çalıştığı çevre içinde, o dönemi yönetenlerle beraber ve bir görüşte olursa aynı çevre ve dönemin adamı olmaktan çıkamaz.
1918 (Falih Rıfkı Atay, Atatürk’ün B.A., s. 67)

Millete hizmet
Benim havarîlerim yoktur. Memleket ve millete kimler hizmet eder ve hizmet yeteneği ve kudretini gösterirse havarî onlardır.
1923 (Nutuk II, s. 794)

Herkes millî görev ve sorumluluğunu bilmeli, memleket sorunları üzerinde o anlayışla, düşünüp çalışmayı alışkanlık haline getirmelidir.
(Hasan Rıza Soyak, Fotoğraflarla Atatürkve Atatürk’ün Hususiyetleri, 1965, s. 67)

Millet işlerinde her bireyin zihninin, başlı başına çalışma içine girmesi gerekir.    
1923 (Atatürk’ün S.D.1I, s. 95)

Milletimiz her güçlük ve zorluk karşısında, durmadan ilerlemekte ve yükselmektedir. Büyük Türk milletinin bu yoldaki hızını, her yolla artırmaya çalışmak, bizim, hepimizin en kutlu görevimizdir.
1932 (Atatürk’ün S.D.1, s. 358)

Yemin hakkında 
Yemin kutsal bir sözleşme demektir. Namus sahibi olan bir kimse, verdiği sözden dönmez.
1919 (Atatürk’ün S.D. III, s. 7-8)


Dürüst siyaset 
Asla unutmamalısınız:
Bizim en büyük kuvvetimizi, bugün de yarın da dürüst, açık bir siyaset ve sözlerimize bağlılık oluşturacaktır.
(Hasan Rıza Soyak, Yakınlarından Hatıralar, 1955, s. 18)

Her zaman suçsuz insanları baştan çıkarmak için uğraşanlar olmuştur. Böylelerinin sözlerine kulak asmamak, onlara düzenlenecek en iyi cezadır.
1923 (Atatürk’ün S.D.II1, s. 71)

Gerçekten memlekete hizmet etmek isteyenlerin kalbi açık olmalıdır; açık söylemelidirler. Millet ile, milleti yönetenler çok açık görüşmelidirler. Olan şeyler ve yapılacak şeyler olduğu gibi ifade olunmalıdır. Yoksa, safsatalar ile milleti aldatmak, onu birbirine düşürmek demektir. İlkemiz, daima millete karşı gerçekleri ifade olmalıdır. Milleti aydınlatma, bu demektir. Millete gerçeği açıklayanlar, kendilerinin de aldanmadığına emin olmalıdır. Arkadaşlar, benim bütün yaşamımda izlediğim yol budur!
1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 8.12.1929)

Birbirimizi uyarmada ve halkı aydınlatmakta yalnız fayda vardır. Bundan asla zarar gelmez, fakat tersinden çok zarar görüleceği deneyimlerle kanıtlanmıştır.
1931 (Atatürk’ün S.D.I, s.354)

İmzasız ihbar mektubu gönderenler hakkında söylediği bir söz:

Samimî ve dürüst insanlar, aynı zamanda uygar cesaret sahibi olur, imzalarını saklamaya tenezzül etmezler. Belli ki bunu yazan ahlâksız yalancının biridir.
(Hasan Rıza Soyak, Fotoğraflarla Atatürk ve Atatürk’ün Hususiyetleri 1965, s. 26-27)

Gerçeği konuşmaktan korkmayınız.
1918 (Atatürk’ün S.D.V, s. 110)Birbirimize daima gerçeği söyleyeceğiz. Felâket ve mutluluk getirsin, iyi ve fena olsun, daima gerçekten ayrılmayacağız. Arkadaşlar, gerçek kolaylıkla anlaşılır bir şeydir. Fakat gerçek diye gerçek dışından söz edenler vardır. Çok rica ederim, o gibi aldatanlara inanmayınız.
1925 (Atatürk’ün S.D.II, s. 226)

Bir toplantıda, kendi partisinden bir bucak başkanının çekinmeden tenkitlerde bulunması üzerine söyledikleri:– Bu genç doğru söylüyor, tebrik ederim. Biz, her yaptığımızı övenlerden değil, gerçekleri olduğu gibi görenlerden fayda göreceğimize inanmalıyız. Bu genç, doğru düşünüyor; söylediklerinde, ben de içinde olduğum halde hepimiz için ibret alınacak şeyler vardır.
1930 (Atatürk’ten B.H., s. 54)

C.H.P. Üçüncü Büyük Kongresi’ni açarken söylemiştir:

Arkadaşlar! Her biriniz vatanın bir bucağından, halkın içinden geliyorsunuz, memleketin gereksinimlerini, halkın yeni dertlerini yakından biliyorsunuz. Partimizin ilkelerini
uygulayan Bakanlar Kurulu arkadaşlarımız da içinizdedir. Görüşme ve tartışmalarımız birlikte olacaktır. Bu görüşme ve tartışmaların verimli sonuçlar verebilmesi için arkadaşların kayıtsız ve şartsız serbest konuşmaları, eleştirisi gereken noktalar görüldükçe hoşgörülü davranmamaları gereği doğaldır.
1931 (Atatürk’ün S.D.I, s.354)

Hayatta en fena şey ikiyüzlülüktür. Gerçek ne olursa olsun ikiyüzlüler, onu temizlik ve saflık görünümüne bürünerek saklamaya çalışırlar ki, bu büyük bir tehlikedir.
(Kılıç Ali, Atatürk’ün Hususiyetleri, 1955, s. 118)

Çok namuslu olmalıdır! Şimdiye kadar işlenen hataların en büyüğü, girişimcilerimizin, aydınlarımızın, özellikle bilginlerimizin en büyük günahı namuslu olmamaktır. Milletin karşısında namuslu olmak ve namusluca hareket etmek gerekir. Milleti aldatmayacağız! Millete, daima ve daima gerçeği söyleyeceğiz. Belki hata ederiz, yanlış şeyleri gerçek zannederiz; fakat millet onu düzeltsin. Kendimizi kimsenin üstünde görmeye de hakkımız yoktur Efendiler!
1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi 13.1.1930)

Gizli iş gizli kalamaz; erken veya geç meydana çıkar. İyisi mi başından açık olun, açık açık!
(Ruşen Eşref Onaydın, Atatürk T. ve D.K.H., s. 48)

Gerekir ki, insanlar evvelâ siyasal rengini, reyini ve kararını açık ve milletçe anlaşılır şekilde ifade etsin. Mertçe, namusluca hareket budur.      
1930 (Fethi Okyar, S.C.F.N.K., s.43)

Gerçekte başkalarını aldatmak sanıldığı kadar kolay değildir. Hiçbir zaman, uygarlık dünyasını aldatabileceğimizi düşünmemeliyiz. Böyle bir sanı, dünyanın en büyük dalgınlığı içinde bulunduğumuzu göstermekten başka bir sonuca varamaz.
1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 13.1.1930)

Birtakım özel ve saklı amaçlan gizleyerek, kalbinde, vicdanında tutarak, sebep diye bilir bilmez şeyleri söylemek doğru değildir.
1920 (Atatürk’ün S.D.I, s. 110)

Biz bir şeyi vicdan bakımından iyi yaptığımıza, sözlerimizin gerçek olduğuna inanıyorsak ondan olduğu gibi açık, belli, tereddüt ve belirsizlikten uzak olarak söz etmeliyiz.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s.143-144)

Bir kurumun muhasebesi, namusudur.
(Uluğ İğdemir, 1954 VII. Türk Dil Kurultayı, s. 138)

Sorumluluk duygusu
Her an tarihe karşı, cihana karşı hareketimizin hesabını verebilecek bir vaziyette bulunmak gerekir.
1930 (Atatürk’ün S.D.II, s. 257)

Sorumluluk yükü her şeyden, ölümden de ağırdır.  

1915 (Mustafa Kemal, Anafartalar MAT., s. 24)

Yapmamıza imkân bulunan işleri yapmazsak, tarih bizi eleştirir. 
1928 (Hakkı Tarık Us, Ayın Tarihi,Atatürk’ün Vefatları, No: 60, 1938, s. 150)

Yaptığını bilen ve hizmet yolunda önlemlerine inanan ülkücüler olarak kendimizi eleştiri karşısında bırakmayı gerekli görüyoruz.
1931 (Atatürk’ün T.T.B.TV, s. 548)

Devlet yönetimi
Millî egemenlik esası üzerinde yönetilen uygar devletlerde kabul edilmiş ve fiilen geçerli bulunan esas, milletin genel isteklerini en çok temsil eden ve bu isteklerin bağlı olduğu yarar ve gerekleri, en yüksek güçle ve yetkiyle yapabilecek siyasî grubun, devlet işlerinin yürütülmesini üzerine alması ve bu sorumluluğu en yüksek liderinin omuzuna bırakması ilkesinden oluşur. Zaten bu şartları kazanamayan bir hükümet görev yapamaz. Hükümetin, kuvvetli grup üyeleri arasından ve fakat birinci derecede olmayanlarından zayıf bir hükümet yapmak ve onu partinin birinci liderlerinin emir ve öğütleriyle yürütmeye kalkışmak fikri, elbette doğru değildir. Bunun feci sonuçlan özellikle Osmanlı Devleti’nin son günlerinde görülmüştür. İttihat ve Terakki liderlerinin elinde oyuncak olan sadrazamlardan ve onların hükümetlerinden millete gelen zararlar, sayılamayacak kadar çok değil midir? Mecliste, egemen olan partinin, hükümet kurmayı, muhalif ve azınlıkta bulunan bir partiye terk etmesi ise asla söz konusu olamaz. Kural ve usul olarak milletin çoğunluğunu temsil eden ve kendi amacı belli olan parti, hükümeti kurma sorumluluğunu üzerine alır ve kendi amaç ve ilkelerini memlekette uygular.
1927 (Nutuk I, s. 221-222)

Siyasal güç 
Bir milleti oluşturan bireylerin o millet içinde, her çeşit özgürlüğü, yaşamak özgürlüğü, çalışmak özgürlüğü, fikir ve vicdan özgürlüğü güven altında bulunmak gerekir. Aynı şekilde, bir milletin tümünün her çeşit özgürlüğü, yani kendi topraklarında, dışarının hiçbir karışma ve sınırlaması olmaksızın özgür ve bağımsız yaşaması ve çalışması gerekir. İşte, devlet, gerek bireylerin özgürlüğünü temin için millet üzerinde bir nüfuza ve gerek millet ve memleketin bağımsızlığını koruyabilmek için kendine özgü bir nüfuz ve kuvvete sahip olmalıdır.
Devleti oluşturan milletin içinde nüfuz uygulayan kuvvet, birey olarak hiç kimse tarafından verilmiş değildir. O, bir siyasal nüfuzdur ki, devlet kavramında kendiliğinden vardır ve devlet, onu halk üzerinde uygulamak ve milleti dışarıda diğer milletlere karşı savunmak yetkisine sahiptir.Bu siyasal nüfuz ve kudrete "irade" veya "egemenlik" denir.
1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları,s. 26-27; 386 – 389)

Bizim anlayışımıza göre, siyasal kuvvet, millî irade ve egemenlik, milletin bütün halinde ortak kişiliğine aittir; birdir, bölünemez, ayrılamaz ve başkasına bırakılamaz.
1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 418)

Yöneticilerin yetiştirilmesi ve mülkiyeliler
Yurda hizmet, devrime inan ve cumhuriyet ülküsüne bağlılık gibi yüksek ve yaratıcı kavramlarla beslenen bilinçli sevgi, bugünün ve yarının en başarılı görev erlerini yetiştirecek bir öz kaynaktır. Bunun Siyasal Bilgiler Fakültesi ve mülkiyeliler arasında belirmesini görmek, beni pek sevindirdi.
1933 (Milliyet gazetesi, 8. 12. 1933)

Mülkiyelilerin bağlılık ve saygı telgrafına cevabından:

Bana içten sevgilerini haykıranlar, yarım yüzyıldan beri büyük Türk ulusunun tam anlamıyla millet olmasına çalışan, onunla en çağdaş bir Türk Devleti kurmak için insanlık özverilerinin hiçbirini kendilerinden esirgemeyen, kültür, yönetim, düzen, devlet anlamlarını en son bilimsel görüşlere göre billûrlaştırmaya çalışmış ve çalışan yüksek arkadaşlarımdır.
1935 (Ulus gazetesi, 12. 12. 1935)

İnsaf ve merhamet dilenmek yoktur
İnsaf ve merhamet dilenmekle millet işleri, devlet işleri görülemez; millet ve devlet şeref ve bağımsızlığı temin edilemez. İnsaf ve merhamet dilenmek gibi bir ilke yoktur.
Türk milleti, Türkiye’nin gelecek çocukları, bunu, bir anunutmamalıdırlar.
1927 (Nutuk i, s. 355)

Hükümetin amacı
Bir hükümet iyi midir, fena mıdır? Hangi hükümetin iyi veya fena olduğunu anlamak için, "Hükümetten amaç nedir?" bunu düşünmek gerekir. Hükümetin iki hedefi vardır.
Biri milletin korunması, ikincisi milletin refahını temin etmek. Bu iki şeyi temin eden hükümet iyi, edemeyen fenadır.
1923 (Atatürk’ün S.D.1I, s. 121)

Hükümetin varlığının sebebi, memleketin güvenliğini, milletin huzur ve rahatını temin etmektir. Bütün memlekette gerçek bir güvenlik egemen olmalıdır. Millet, büyük bir huzur ve güven içinde içi rahat bulunmalıdır. Memleketimizin herhangi bir köşesinde halkın güvenliğini, devletin bütünlük ve huzurunu bozmaya kalkışanlar, devletin bütün kuvvetlerini karşılarında bulmalıdırlar.
1923 (Atatürk’ün S.D.1, s. 307)
 
Türkiye’yi düşünmek
Yüzyıllardan beri Türkiye’yi yönetenler çok şeyler düşünmüşlerdir; fakat yalnız bir şey düşünmemişlerdir: Türkiyeyi! Bu düşüncesizlik yüzünden Türk vatanının, Türk milletinin uğradığı zararları ancak bir şekilde karşılayabiliriz. O da, Türkiye’den başka bir şey düşünmemek! Ancak bu düşünüş biçimiyle hareket ederek her türlü kurtuluş ve mutluluk hedeflerine erişebiliriz. 1924 (Atatürk’ün B.N., s. 84)

Şimdiye kadar halkımız kendi memleketini, kendi yaşamını, kendi çıkarını düşünmek için serbest bırakılmamıştır. Kendi benliği kendisine unutturularak şunun ve bunun herhangi bir keyif ve emelini elde etmekle zaman geçirmiştir. Yani toplumsal ve yönetimsel kuruluşlarımızdaki bozukluk, bu sonuçları bize vermektedir. Bundan sonra şüphe yok ki halk bütün benliğini duyacak ve yaşama yeteneğini en yüksek derecede geliştirecektir.
1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 31.1.1930)

Yeni Türkiye Devleti kesinlikle emin olmalısınız ki, eski koskoca Osmanlı İmparatorluğu’ndan daha çok kuvvetlidir. Bunun böyle olduğunu kanıtlamak için, yakın olaylara bakmaya da gerek yoktur; akıl, mantık bize gerçeği gösterebilir. Efendiler! Gerçi gayet geniş bir sınıra ve o sınır içinde çok büyük bir imparatorluğa sahip bulunuyorduk. Fakat o sonu gelmez sınır içindeki insan kitleleri, hiçbir zaman temel unsurun lehine bir varlık değillerdi; belki aleyhine! Bu küçük unsur, geniş bir alana dağılmak ve hepsinin üzerinde bir baskı gibi bulunmak, onları ve sınırları korumak zorunda idi; yani, bekçilik ediyordu. Herhangi bir maddeyi gayet geniş bir alanda dağıttığımız zaman o madde yoğunluktan, kuvvetten mahrum olur. Fakat aynı unsuru kendisiyle, varlığıyla orantılı boyutlarda bir doğal çevreye koyarsanız elbette daha yoğun ve kuvvetli olur. Bundan başka asıl, milleti ve memleketi kudretli yapan bir şey daha vardır ki, o da yönetim şeklidir. Görülüyor ki Yeni Türkiye Devleti’nin kurulmasından önce, millet hiçbir zaman kendi tarihine, kendi yaşamına, kendi refah ve mutluluk araçlarına sahip olamamıştı. Hatta bu, kendisine düşündürülmemişti bile.. Sanki milletin görevi, herhangi bir padişahın tutku ve hevesini, herhangi bir serdarın geniş ve gösterişli yaşamını temin için sürüler halinde şuraya buraya gitmekten ibaretti. Fakat bugün böyle değildir! Bugün bütün halk, hepimiz benliğimizi anlamış bulunuyoruz. Yazgımıza egemen bulunuyoruz. Tekrar Viyana’ya gitmek, Mısır’ı fethetmek, Hindistan’da imparatorluk kurmak gibi hayallere kapılacak kimse kalmamıştır. Bütün beynimizi, çalışmalarımızı bu memleketin bayındırlığına, refahına ayıracağız. Amacımız budur ve bu amaç için varlığımızı bile ortaya atmaya hazırız.
1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 4.2.1930)

Devlet yönetimi ve bireyler
Gerçi, asıl olan millettir, toplumdur. Onun da genel iradesi, Meclis’te belirir; bu her yerde böyledir. Fakat, bireylerde vardır. Meclis, memleket ve devlet işlerini bireylerle,kişilerle yapmaktadır. Her
devletin işlerini yöneten kişi ve kişiler meydandadır. Gerçeği, anlamsız görüşlerle inkâra yer yoktur.
1922 (Nutuk II, s. 659)

Her işi, bütün yönetimsel nitelikler ve kişisel erdemler bakımından eksiksiz olarak yetişmiş adamlara bırakmak, pek değerli ve tatlı bir temenni olmakla beraber, çevremiz için değil, hatta dünyanın en ileri gitmiş milletleri için bile her yer, her bölge, her meslek sahibi tarafından saygıya değer sayılacak bu kadar çok adam bulmak mümkün değildir.
1921 (Nutuk 11, s. 599)

Devlet yönetiminde ilkeler
Benim istediğim, sadece memleket işlerinin Büyük Millet Meclisi’nde açıkça tartışılmasıdır. Büyük Millet Meclisi’nde Türk milletinin gözü önünde açıkça konuşulamayacak hiçbir şey yoktur.
1930 (Asım Us, G.D.D., s. 132)

Serbest Cumhuriyet Partisi’nin kuruluş günlerinde Fethi Ok-yar’a söyledikleri:Memlekette muhalif bir parti oluşturmak gereklidir. Böyle bir parti kurulursa Meclis’te tartışma daha serbest olur. Örneğin siz, böyle bir partinin başına geçerseniz bildiklerinizi serbestçe Meclis’te söylersiniz; bu yolla uygulamada görülen birçok hataların önü alınmış olur.
1930 (Fethi Okyar, S.C.FM.K., s.12)

İki partinin karşı karşıya gelerek Meclis’te parlâmento denetimini yapmaları ve eleştirilerde bulunmaları pek iyi olacaktır.
1930 (Fethi Okyar, S.C.F.N.K., s.22)

Serbest Cumhuriyet Partisi’nin kuruluş günlerinde söyledikleri:

Ben ölümlü bir insanım; ölmeden evvel isterim ki millet özgürlüğe alışsın. Bunun için bir muhalif parti kuruyorum ve bu işi Fethi Bey’den başka hiç kimseye teslim edemem. Bu hususta Fethi’ye gösterdiğim güveni başka bir kimseye gösteremem.
1930 (Fethi Okyar, S.CF.N.K, s.34)

Milletin rey ve iradesine dayanan her işin sonucunun, millet için yararlı ve mutluluk olduğu bellidir.
1922 (Atatürk’ün T.T.B. IV, s. 450)

Mutluluk ve güvenliğin bütün gereklerini, Büyük Millet Meclisi yasalarının saygınlığında ve yürürlüğünde görmek, anlayışımızın temel noktasıdır.
1927 (Atatürk’ün T.T.B. IV, s. 536)

Memleketin yazgısında tek yetki ve kudret sahibi olan Büyük Millet Meclisi, bu memleketin düzeni için, iç ve dış güvenliği ve dokunulmazlığı için en büyük kefildir. Büyük millî dertler, şimdiye kadar ancak Büyük Millet Meclisi’nde çözüme kavuşarak son buldu. Gelecekte de yalnız orada kesin önlemlerini bulabilecektir. Türk milletinin sevgi ve bağlılığı daima Büyük Millet Meclisi’ne yöneldi ve daima oraya yönelecektir.
1930 (Atatürk’ün S.D. I, s. 352)

Millete efendilik yoktur; hizmet etme vardır. Bu millete hizmet eden, onun efendisi olur.
1921 (Atatürk’ün S.D.l, s. 195)

Tarih, "Geleneksel boyun kırmaktan üzüntü duymayan millet, biz yürüyelim, arkamızdan gelsin!" fikir ve görüşünde bulunanların uğradıkları sonuçlar ve cezalarla doludur.Devleti yönetenlerin, özellikle, millet adamlarının böyle yanlış ve reddolunmuş düşünüş biçimlerine asla kapılmamaları gerekir.
1919 (Nutuk l, s. 56)

Görülüyor ki, bizim kalbimiz, bizim fikrimiz bütünüyle sizin duygu, fikir ve isteklerinize uymaktadır. Bu vesile ile tekrar etmek isterim. Bütün memleket, bütün dünya bilsinki, Türkiye halkı başkanlarıyla, yöneticileriyle ve başkan ve yöneticileri de halkıyla beraber aynı yolun yolcusu, aynı fikirde İnsanlardır.
1925 (Atatürk’ün S.D.II, s.225)

Elimizdeki programın ruhu, bizi yalnız bir kısım vatandaşla ilgilenmekten alıkoyar. Biz, bütün Türk milletinin hizmetindeyiz.
1937 (Atatürk’ün S.D.1, S. 389)

Bizim kuvvetimiz, milletin güven ve itimadıdır.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s.74)

Vatandaşlara, kamuoyuna daima gerçeği söylemek görevimiz olsun. Herkese, arzularının tamamen yerine getirilebilir olduğuna dair fikir vermek bizim için fayda vermez. Partimizin amacı, böyle gün kazanmak değildir; bütün yaşamımızı gerçek hedeflere yöneltmek ve sonunda millete bir gün eliyle tutacağı gerçek ve maddî eserler vermektir. Partimizin sözleri herkesin hoşuna gidecek sözler değil, fakat milleti yükseltecek gerçekler olacaktır.
1931 (Vakit ve Cumhuriyet gazeteleri, 29.1.1931)

İzlediğimiz yol demek, içimizden herhangi birimizin çizdiği herhangi bir yol değildir. Bütün düşüncelerin bileşkesinin çizdiği büyük yol demektir; onun için doğrudur, yerindedir.
1925 (Atatürk’ün S.D.II, s. 219)

Yapmak gücünde olmadığımız işleri uyuşturucu, oyalayıcı sözlerle yaparız diyerek millete karşı gündelik siyaset İzlemek, İlkemiz değildir.
1931 (Atatürk’ün T.T.B. IV, s. 552)

Hükümeti ve Meclis’i dikkatli bulunduran, kamuoyunun eleştiri Özgürlüğüdür.      
1930 (Afetinan, M.K. Atatürk’ten Y., s.38)

Her dileğin uygulanabilir olup olmadığını düşünmek gereğini, bütün vatandaşlara anlatmalıdır.
1931 (Vakit ve Cumhuriyet gazeteleri, 29.1.1931)

Memleket işlerinde, millet işlerinde, gerçek işlerde duygulara, hatıra, dostluğa bakılmaz.
1922 (Atatürk’ün S.D.l, s. 213)

İlkemiz, hiç kimseyi olayların sivrilttiği bireyler etrafında eli göğsünde durdurmak hedefini amaç edinmez.
(Kılıç Ali, Atatürk’ün Hussusiyetleri, s. 64)

Memleket, dayanışma isteyen bir birliğe gerek göstermektedir. Alelade politikacılıkla milleti parçalamak, hıyanettir.
1925 (Atatürk’ün S.D.II, s. 224)

Memleket ve millet işlerinde, kesin hareket etmek ve açık olmak gerekir.
1919 (Mazhar Müfit Kansu,E.Ö.K. Atatürkle Beraber, Cilt: I, s. 109)

Bizim bugünkü kuvvetimizin ruhu, aslı yeni şeklimizdedir. Biz bugün, doğrudan doğruya milletin ruhuna, vicdanına, eğilimlerine uygun olan maddî ve esaslı noktalara dayanıyoruz. Hükümetimiz, yalnız bir kişinin görüşüne bağlı olmaktan uzaktır.
1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 6.12.1929)

Milleti yönetmede ilkemiz, milletin ortak ve genel fikir ve eğilimlerine uymaktır. Bu fikir ve eğilimlerin gerçek ve önemli olabilmesi, milletin maddî ve manevî gereksinim kaynaklarından gelmesine bağlıdır.
1925 (Atatürk’ün S.D.V, s. 210)

Milletin ortak istek ve eğilimlerine değinmek ve onun gereklerine yaşamını vermeyi hareket kuralı bilmek, gerçek yolda yürüyebilmek için tek esastır. Bir milletin bireylerinde egemen olması, uyulması gerekli olan, milletin ortak isteği, toplumsal fikridir. Bir insan, memleketine ve
milletine faydalı bir iş yaparken göz önünden bir an uzak bulundurmamak zorunda olduğu kural, milletin gerçek eğilimidir.
1925 (M.E.İ.S.D.I, s. 23)

Milleti, aklımızın ermediği, yapmak kudret ve yeteneğini kendimizde görmediğimiz hususlar hakkında kandırarak geçici yakınlık ve sevgiler elde etmeye tenezzül etmeyiz. Millete, adî politikacılar gibi yalancı vaatlerde bulunmaktan nefret ederiz.
1925 (Atatürk’ün S.D.V, s. 209)

Son günlerinde söylediği bir söz :
– Şayet ölecek olursam, memlekete ait söyleyecek hiçbir şeyim yoktur. Çünkü yürürlükteki Cumhuriyet yasaları bu İşleri temine yeterlidir.
1938 (Kurun gazetesi, 16.12.1938)

Devleti ve milleti yönetenler
Bir milletin siyasal alın yazısında mevki sahibi olabilmek için onun gereksinimini görebilme ve onun kudretini takdirde uzmanlaşmış olmak birinci şarttır.
1927 (Atatürk’ün T.T.B.N, s. 531)

Millet tarafından, millet adına devleti yönetmeye yetkili kılınanlar için gerektiği zaman, millete hesap vermek zorunluğu, lâubalilik ve keyfî hareketle uzlaşamaz.
1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 415)

Milletvekili olarak görev ve sorumluluk makamında beraber çalışacağımız arkadaşlarımızın, geçen deneyimlerden de yararlanarak görevlerini iyi yapacaklarını ve özellikle milletvekilliğinin, her düşünceden önce bir millet vekâleti olduğunu ve bunun resmî ve özel yaşamda da birçok manevî ve sağduyuyu gerektirici zorluklan bulunduğunu gözden uzak tutmayacaklarını kuvvetle ümit ederim.
1927 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s. 532)

I. Dönem T.B.M.M.’nin 6 Mayıs 1922 günkü gizli birleşiminde, çekimser rey kullanan milletvekilleri hakkında söylemiştir :… Sonra herhangi bir sorunda rey verilmiyor, çekiniliyor. Halbuki, milletvekillerinin en birinci görevi her şeyden evvel reyini belirtmektir. Neden reyinizi vermekten çekmiyorsunuz? Olumsuz belirtiniz! Efendiler, kimden çekiniyorsunuz? Belirtilmeyince olumlu veya olumsuz bir sonuç ortaya çıkmaz. Halbuki sonuç gerekir. Bir memleket, bir ordu, bir millet duramaz, tereddüt içerisinde duramaz. Şu veya bu diye rey göstermek gerekir.
1922 (G.C.Z., Cilt: IH, s. 341)

 Ben düşündüklerimi, önce milletimin arzusunda, gereksinim ve iradesinde görmeyi şart sayan ve bunu gördükten sonra ancak, uygulaması ile kendimi görevli bilen bir adamım. Her insanın bağlı olduğu toplum için düşündüğü bin bir fikir olabilir. Fakat sağını solunu dinlemeden söylenmiş sözler, benim anlayışıma göre, uzun uzun ve derin denemelerle incelenmedikçe iş alanına çıkmazlar. Her toplumsal işte, kişisel düşünüşün genel gereksinim ve iradeye uygun olduğunu hissetmemiş olanlar, kesinlikle başarısızlığa uğrarlar.        
1928 (Ahmet Cevat Emre, İki Neslin Tarihi, s. 316)

Birçok bilginler, düşünürler, girişimciler zaman zaman, yüzyıl yüz yıl bu vatanı bayındır hale getirmeye, gerçek kurtuluşa eriştirmeye çalışmışlardır. Bazıları bütün kalpleriyle, vicdanlarıyla çalışmışlardır. Halbuki sonuç, bir başarı göstermiyor. Acaba bunun sebebi nedir? Efendiler, bunun sebebi, şimdiye kadar memlekette bir devlet siyaseti, devlet programı değil, kişisel siyaset, fikirlere göre değişen programlar izlenmesidir. Onun için her şeyden evvel, bu millet ve memleket için bir hareket ve çalışma ilkesi oluşturmak gerekir. Bundan sonra yapacağımız şey, bu olacaktır.
1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 11.1.1930)

Bu memlekette çalışmak isteyenler, bu memleketi yönetmek isteyenler memleketin içine girmeli, bu milletle aynı şartlar içinde yaşamalı ki, ne yapmak gerekeceğini gerçek şekilde duyabilsinler.
1923 (İsmail Arar, Atatürk’ün İzmit Basın Toplantısı, s. 32)


Tarihin bazı korkunç kayıtlarını, tam uyanıklık ile hatırlatmayı faydalı buluyorum. Bir millette, özellikle bir milletin yönetiminin başında bulunan kimselerde tutkular ve kişisel tartışmalar, millî ve vatanî görevin gerektirdiği yüksek duygulara galip gelme derecesini bulduğu memleketlerde dağılma ve yok olma, sakınılması mümkün olmayan bir sonuçtur.
1921 (Atatürk’ün S.D.I, s. 165)

Serbest Cumhuriyet Partisi kurulduktan sonra bir akşam sofrada, Başbakan İsmet İnönü ve Serbest Cumhuriyet Partisi’nin lideri Fethi Okyar’a söyledikleri:Cumhuriyet Halk Partisi başkanlarıyla çok mücadele edeceğinizi umuyorum. Fakat ben, cumhuriyet esaslarının kuvvetlenmesini sağlayacak olan bu mücadeleyi memnunlukla gözleyeceğim. Ve şimdiden söyleyebilirim ki en çok kavgalı olduğunuz geceler sizi soframda birleştireceğim ve o zaman tekrar ayrı ayrı her birinize soracağım: Sen ne dedin? Ve ne için dedin? Senin yanıtın ne idi, neye dayanıyordun? Bugünden itiraf ederim ki bu, benim için yüksek bir zevk olacaktır.
1930 (Fethi Okyar, S.C.F.N.K., s.44)

Hizmet ve namus borcu  
Her ne şekilde olursa olsun, hizmet edenler milletten büyük ödüller bekliyorlarsa kesinlikle doğru bir harekette bulunmuş olmazlar. Milletten çok şey istememeliyiz. Hizmet edenler, namus görevlerini yerine getirmiş olmaktan başka bir şey yapmamışlardır.
1923 (Atatürk’ün S.D.U, s. 91)

Devletin, içine düştüğü yok olma tehlikesinin korkunç derinliğini görmekten âciz olan zavallılar, elbette ciddî ve gerçek çareyi görmemek için gözlerini yumarlar. Çünkü, o ciddî ve gerçek çare, kendilerini daha çok ürkütür.
1927 (Nutuk I, s. 225)

Devleti yönetenlerin ihaneti 
Bir memleketin, bir memleket halkının düşmandan zarar görmesi acıdır. Fakat, kendi ırkından, büyük tanıdığı ve başlarında taşıdığı insanlardan vefasızlık, felâket görmesi ondan daha acıdır. Bu, kalp ve vicdanlar için onulmaz yaradır.
1924 (Atatürk’ün S.D.II, s. 183-184)

Saygıdeğer milletime şunu öğütlerim ki, içinde yetişerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki öz cevheri, çok iyi incelemek dikkatinden, bir an vazgeçmesin!
1927 (Nutuk u, s. 607)

Millete dost görünüp de ilk fırsatta iktidar mevkiine geçtikten sonra onun gerçek gereksinimlerini düşünecek yerde memleketi kendi istediği yolda götüren, lâf anlamayan, yetkili kimselerin yol göstermesine kulak asmayan, millette mevcut kuvvetleri kendine bağlamaya çalışan kahraman yüzlü insanlardan oldukça çok zarar çekildi.
1919 (Atatürk’ün S.D.III. s. 8)

Milletin vekillerini seçmesi 
Vatandaşın en büyük görevi, aynı zamanda en kutsal hakkı, seçme hakkıdır. Devlet yapısının temeli olan, Büyük Millet Meclisi halinde, toplanan milletvekillerini, vatandaşlar seçer ve bu yolla devlet kurmakta yetkili olduğu irade ve egemenliğinin sahibi olduğunu gösterir.
1930 (Afetinan M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazılan, s. 16)

Sultanlarla, halifelerle yönetilmiş ve yönetilen memleketlerde vatan için, millet için en büyük tehlike, sultanların ve halifelerin düşmanlar tarafından satın alınmalarıdır. Bu çoğu kez kolaylıkla sağlanagelmiştir. Meclislerle yönetilen memleketlerde de, en öldürücü taraf, bazı milletvekillerinin yabancılar adına ve hesabına çalınmış ve satın alınmış olmalarıdır. Millet meclislerine kadar girebilmek yolunu bulabilen vatansızlara tesadüf etmenin uzak bir ihtimal olmayacağına, tarihin bu konudaki örnekleriyle karar vermek zorunludur. Bunun için millet, vekillerini seçerken, çok dikkatli ve kıskanç olmalıdır. Milletin hatadan korunması için tek güvenilir çare, düşünce ve hareketleriyle milletin güvenini kazanmış siyasal bir partinin seçimde millete rehberlik etmesidir. Genellikle millet bireylerinin, adaylıklarını ortaya atan her kişi hakkında karar vermeye yarayacak güvenilir bilgi ve isabetli görüşe sahip bulunacağını kabul etmek, teorik olarak tasarlansa bile, bunun tamamen doğru olmadığı, deneyimlerin deneyimleriyle inkâr edilmez bir gerçek olmuştur.
1927 (Nutuk 11, s. 501-502)

İçinizde memleketi ve milleti en çok seven, aklına, anlayışına, vicdanına en çok güvendiğiniz insanları seçiniz. Ancak bu sayede Meclis sizin arzularınızı yapmaya, lâyık olduğunuz refahı temin gücüne sahip olacaktır.
1923 (Atatürk’ün S.D. II, s. 124)

Vatandaşlar! Vatanınızda herhangi bir kişiyi, istediğinizi sevebilirsiniz; kardeşiniz gibi, arkadaşınız gibi, babanız gibi, evlâdınız gibi, sevgiliniz gibi sevebilirsiniz. Fakat bu sevgi sizi, millî varlığınızı bütün sevgilerinize rağmen herhangi bir kişiye, herhangi bir sevdiğinize vermeye sebep olmamalıdır. Bunun tersine hareket kadar büyük hata olamaz.
1925 (Atatürk’ün MA.D. s. 20)

Halk ve devlet ilişkisi 
Sebep ne olursa olsun vatandaşın derdine çare bulmak,yardım etmek ve destek olmak, cumhuriyet hükümetinin koşacağı bir görevdir. Fakat hükümetin yardımını isterken ona karşı, gerçek ahlâk sahibi olarak çıkmak tek çaredir.Yoksa birtakım küçük, adî çıkarlarını gizlemeye çalışmak,
bu bireysel sıkıntıları bütün milleti kapsayan sıkıntı gibi göstermek ve bu şekilde cumhuriyet hükümetini yanıltmak isteyenler bilsinler ki, daima aldanacaklardır.
1931 (Taha Toros, Atatürk’ün Adana Seyahatleri, s. 36)

İleri hükûmetçiliğin ayırıcı özelliği, halkı gücüne olduğu kadar şefkatine de samimiyetle inandırabilmesidir. Büyük, küçük bütün cumhuriyet memurlarında bu düşünce şeklinin, en geniş ölçüde gelişmesine önem vermek, çok yerinde olur.
1937 (Atatürk’ün S.D.I, . 378)

Herhalde millet, hükümetin gözcüsü olmak gerekir. Çünkü hükümetlerin yaptığı işler olumsuz olup da millet itiraz etmez ve düşürmezse, bütün kusur ve suçlara katılmış demektir.
1920 (Nutuk III, s. 1188)Devlet ve hükümeti, kendi malı ve koruyucusu tanımak, bir millet için büyük dayanak ve şereftir.
1936 (Atatürk’ün S.D.I, s. 372)

Muhalefet Hakkında
Bence muhalefet, saygıya değerdir. Çünkü o da bir araştırma, bir görüş sonucudur. Fakat edilecek itirazlar anlayışlı ve uygun ve haklı sebeplere dayanmazsa muhalefet değersiz olur.
1919 (Atatürk’ün S.D. III, s. 7)Cumhuriyetçi ve milliyetçi olmakla beraber partimiz programından başka bir programla ve partili olmanın doğal sınırlamaları dışında serbest çalışacak samimî yurttaşların ulus kürsüsünden yapacakları eleştiriler ve söyleyecekleri düşüncelerle millî çalışmanın kuvvetleneceği inancında bulunuyoruz.
1925 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s. 570)

Bağımsız seçilmiş milletvekillerinin eleştirilerinden şikâyet edilmesi üzerine söyledikleri:

Elbette konuşacaklar, elbette eleştirecekler! Biz, bu arkadaşların Meclis’e girmelerini neden özendirdik ve arzu ettik, bir oyun olsun diye mi? Hayır efendim; tam tersine biz onları gayet ciddî bir düşünce ile, işlerimiz hakkındaki fikir ve görüşlerini açıkça söylesinler, yaptıklarımızı eleştirsinler, yani yeri boş kalan muhalefetin, bir dereceye kadar olsun, görevini görsünler diye Meclis’e getirdik, öyle değil mi? O halde niçin sinirleniyorsunuz, neden şikâyet ediyorsunuz? Yoksa kendinizden emin değil misiniz; yaptıklarınızda savunamayacağınız noktalar mı var? Şunu açıkça söyleyeyim ki, benim kesinlikle böyle bir endişem yoktur, bütün yaptıklarımı her zaman, her yerde savunabilirim.
(Hasan Rıza Soyak, Fotoğraflarla Atatürk ve Atatürk’ün Hususiyetleri, 1965, s. 60)

Serbest Cumhuriyet Partisi denemesine hazırlık günlerinde söylemiştir:

Tek partili bir mecliste, özellikle o parti, olaylar ve olup bitenlerin ululaştırdığı bir başkanın kurduğu kuruluş olunca, o kuruluşa dayanan hükümeti sorumluluk esasına dayanan ciddî bir denetleme imkânsız olur. Ben devrim yapmışım, bir devlet kurmuşum. Hadiseler ismimi, kendimi, yasalarla, Meclis’le, olaylarla karıştırmış. Milletin güveni var. Böylece devam edip gidiyor. Fakat bu doğru bir gidiş değildir. Benden sonrası ne olacak? Samimî bir denetleme kurulmadıkça hükümet de ve iş başında bulunanlar da bilinçaltlarında saklı, gizli ve özel emel ve heveslerini, devletin gerçek gereksinimlerinden ayıramazlar. Hükümeti ve hükümet adamlarını hatadan ve bu hatalar yüzünden devleti zararlardan korumak için bir muhalif partiye gereksinim açıktır. Başladığımız devrimi tamamlayalım. En büyük emelim, Devlet Başkanlığından çekilip partinin başına geçmek ve orada milletin esenliği ve yükselmesi adına fikir ve ilke mücadelesi yapmaktır.
1930 (Kılıç Ali, Atatürk ve Cumhuriyet, Milliyet gazetesi 2.11.1970)

Hükümeti ve Meclis’i dikkatli bulunduran, eleştiri özgürlüğüdür.
1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 60; 481)


Siyasal yaşamda aranılacak temel: Lâik cumhuriyet

Serbest Cumhuriyet Partisi Lideri Fethi Okyar’a verdiği cevaptan :

Büyük Millet Meclisi’nde ve millet karşısında ulus işlerinin serbest tartışılması ve iyi niyet sahibi kişilerin ve partilerin özel görüşlerini ortaya koyarak milletin yüksek çıkarlarını aramaları, benim gençliğimden beri âşık ve taraftar olduğum bir sistemdir. Memnuniyetle görüyorum ki, lâik cumhuriyet esasında beraberiz. Zaten benim siyasal yaşamda bir taraflı olarak daima aradığım ve arayacağım temel budur. Bu nedenle büyük Meclis’te aynı temele dayanan yeni bir partinin çalışmaya başlayarak millet işlerini serbest tartışmasını, cumhuriyetin esaslarından sayarım.
1930 (Atatürk’ün T.T.B. IV, s. 544)

Demokrasi hakkında
Demokrasi ilkesi, egemenliğin millette olduğunu, başka yerde olamayacağını gerektirir. Bu suretle demokrasi ilkesi, siyasal kuvvetin, egemenliğin kaynağına ve geçerliğine değinmektir. Demokrasinin tam ve en belirgin hükümet şekli cumhuriyettir.
1930 (Afetinan M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 29; 397-398)

Demokrasi ilkesi, egemenliği kullanan aracı ne olursa olsun, esas olarak milletin egemenliğe sahip olmasını ve sahip kalmasını gerektirir.
1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s.406)

Bizim bildiğimiz, demokrasi siyasaldır. Onun amacı, milletin yönetenler üzerindeki denetimi sayesinde, siyasal özgürlüğü sağlamaktır.
1930 (Afetinan, M.B."e M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s.407)

Bugün demokrasi fikri, daima yükselen bir denizi andırmaktadır. Yirminci yüzyıl, birçok zorba hükümetlerin, bu denizde boğulduğunu görmüştür.
1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazılan, s. 399)

Fransız Devrimi ve Türk demokrasisi
Fransa İhtilâli bütün cihana özgürlük fikrini yaymıştır ve bu fikrin, hâlen esas ve kaynağı bulunmaktadır. Fakat o tarihten beri insanlık ilerlemiştir. Türk demokrasisi Fransız İhtilâli’nin açtığı yolu izlemiş, ama kendisine özgü ayırıcı özellikle gelişmiştir. Zira her millet, devrimini toplumsal ortamının baskı ve gereksinimine bağlı olan hal ve vaziyetine ve bu ihtilâl ve devrimin meydana geliş zamanına göre yapar. Her zaman ve yerde aynı olayın tekrarına tanık değil miyiz? Her ne kadar milletlerin ve demokrasilerin işbirliği etmeleri gerekli ve mümkünse de işbirliği, ancak bir tek gayeye, yani barışa yönelmiş ise mümkün ve faydalı olur. Bu noktayı kavrayıp anlamayanlar, meydana getirdiğimiz eser hakkında bir fikir ve karar elde edemezler.
1928 (Atatürk’ün S.D.III, s. 81)

Dünya akıllı yöneticileri için daima göz önünde tutulması gereken bir gerçek vardır: Fikirler zor ve şiddetle, top ve tüfekle asla öldürülemez. Duyarlı bir millete karşı yapılan zalimcesine davranışların onu daha fazla kuvvetlendirdiği denenmiştir. Özgürlük ve bağımsızlık aşkı ile coşan ve taşan bir milletin ne harikalar yaratabileceğini Fransız Büyük İhtilâli bundan 130 yıl önce pek güzel kanıtlamıştır.Bizim mücadele ve ayaklanmamızın sebebi de Fransız milletini o kahramanca harekete yönelten etkenlerden daha az kuvvetli ve daha az mantıklı değildir.
1922 (Atatürk’ün R.Y.G.S., s.135-136)

Her zaman Fransa, özgürlük için kahramanca mücadelede dünyaya örnek oluşturmuştur.
1923 (Atatürk’ün S.D.III, s.66)

Fransız milleti 14 Temmuz Millî Bayramı’nı kutlarken zannediyorum ki, ruhunda özgürlük ve bağımsızlık aşkını taşıyan her millet manen olsun bu kutlamaya katılmaktan kendini alıkoyamaz. Bu, pek doğaldır. Çünkü evrelerini derin bir saygı ve takdir ile incelediğimiz Fransız Büyük İhtilâli her ne kadar Fransız milletinin gönlünde parlamış ise de sonuçları dünyayı kaplamıştır. Bugün özgürlük ve bağımsızlığı için mücadele eden Türkiye halkının bu husustaki duyarlığı şüphesiz daha büyüktür.
1922 (Atatürk’ün R.Y.G.S., s.133)
 
Yenileşme çabalarında ve halkçı demokratik kuruluşlara yönelik gelişmelerinde genç Türkiye Cumhuriyeti, Fransız demokrasisini doğurmuş olan ve o zamandan beri her milletin gelişmesine ve kendi kuruluşuna uyarladığı devrimci büyük hak ve adalet ilkelerinde sağlam bir dayanak bulmuştur.
1928 (Atatürk’ün S.D.V, s.50)

Türk milleti ve demokrasi
Bizim milletimiz temelinden demokrattır. Kültürünün, geleneklerinin en derin geçmişe ait dönemleri bunu doğrular. Bizim yapabileceğimiz bir şey varsa, bu yaradılıştan özelliğin gereklerini yapay bir şekilde engellemek isteyenleri ortadan kaldırmaktır.
(Vasfı Raşid Sevig, Türkiye Cumhuriyeti Esas Teşkilât Hukuku, 1938, Cilt: I, s. 329)

Türk milleti, en eski tarihlerinde ünlü kurultaylarıyla, bu kurultaylarda devlet başkanlarını seçmeleriyle demokrasi fikrine ne kadar bağlı olduklarını göstermişlerdir. Son tarih dönemlerinde, Türklerin kurdukları devletlerde başlarına geçen padişahlar, bu yoldan ayrılarak zorba olmuşlardır.
1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 402)

Siyasal partiler ve millet yapısı
Millî egemenlik esasına dayanan ve özellikle cumhuriyet yönetimine sahip bulunan memleketlerde siyasal partilerin varlığı doğaldır. Türkiye Cumhuriyeti’nde de, birbirini denetleyen partilerin doğacağına şüphe yoktur.
1924 (Atatürk’ün S.D.11I. s. 77)

Halk Partisi’nin kuruluş hazırlıkları günlerinde verdiği bir demeçten:Ben öyle bir parti kurmayı düşünüyorum ki, bu parti milletin bütün sınıflarının refah ve mutluluğunu sağlamaya yönelmiş bir programa sahip olsun. Milletimizin şartları buna elverişlidir. 1923 (Atatürk’ün S.D.1I, s. 50)




İsmi parti olan halk kuruluşundan amaç, millet evlâdından bir kısmının, halk sınıflarından bazılarının, diğer evlât ve sınıfların zararına çıkarlarını temin etmek değildir. Belki, birbirinden ayrı ve birbirinin dışında olmayıp halk adı altında bulunan bütün milleti, birlik ve beraberlik halinde ortak ve genel olan gerçek refaha eriştirmek için çalışmaya yönlendirmektir. 1923 (Atatürk’ün S.D.11I, s. 60)

Bu milletin siyasal partilerden çok canı yanmıştır. Şunu söyleyeyim ki, diğer memleketlerde partiler kesinlikle ekonomik amaçlar üzerine kurulmuş ve kurulmaktadır. Çünkü, o memleketlerde çeşitli sınıflar vardır. Bir sınıfın çıkarlarını korumak için kurulan siyasal bir partiye karşılık diğer bir sınıfın çıkarlarını koruma amacıyla bir parti kurulur; bu pek doğaldır. Sanki bizim memleketimizde de ayrı ayrı sınıflar varmış gibi kurulan siyasal partiler yüzünden tanık olduğumuz sonuçlar hepimizce bilinmektedir. Halbuki Halk Partisi dediğimiz zaman bunun içinde bir kısım değil, bütün millet dahildir.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 97)

Herkesçe bilinir ki siyasal partiler, belirli amaçlarla kurulurlar. Örneğin, İzmir tüccarları yalnız kendi çıkarlarını tatmin edebilecek bir parti kurabilirler; yahut yalnız çiftçilerden ibaret bir parti olabilir. Halbuki bizim partimiz, böyle sınırlı bir görüşü izleyen kuruluş değildir. Tersine, her sınıf halkın çıkarlarını eşit bir şekilde, biri diğerini zedelemeden temin etmeyi amaç edinen bir kuruluştur. Bunu davranış şeklimiz kanıtlamaktadır. Bundan sonra da böyle olacaktır. Diğer memleketlerde bu kuruluşun bir benzerini aramaya gerek yoktur.  
1931 (Ayın Tarihi, Cilt: 24, Sayı: 82-83, 1931)

Bizim milletimiz, birbirinden çok farklı çıkarlar izleyecek ve bu nedenle birbiriyle mücadele halinde bulunacak çeşitli sınıflara sahip değildir. Mevcut sınıflar, birbirleri için gerekli olma niteliğindedir.
1923 (Atatürk’ün S.D.I1, s. 82)

Siyasal partilerin çalışma şekli
Siyaset alanında karşılıklı çalışmanın verimli gelişmeleri, ancak vatandaşlar arasında düşmanlık meydana gelmesine yer verilmemesiyle temin olunabilir. Bunun çareleri: Partilerin içine girebilecek samimiyetten uzak ve gizli amaçlı unsurların, yasa dışında sonuç isteyen emel sahiplerinin bütün milletçe iğrenç görülmesi ve bir de cumhuriyet esası üzerinde çalışan partilerce bu gibilerin çalışmalarından daima uzak kalınmasıdır.    
1930 (Atatürk’ün S.D.I., s. 352)

Parti programlarında kural
Millet ve memleketten kaynak ve dayanak almayan ve onun gerçek çıkarlarıyla hiç ilgisi olmayacak şekilde ya sırf teorik veya duygusal ve kişisel programlar etrafında parti kurmaya kalkışacak insanların, millet tarafından benimsenme şerefine erişeceklerini zannetmiyorum. Benim, bütün hazırlıklarda ve yapılan işlerde hareket kuralı saydığım bir şey vardır; o da meydana getirilen kurum ve kuruluşların kişiyle değil, gerçekle yaşayacağıdır. Bu nedenle herhangi bir program, filânın programı olarak değil, fakat millet ve memleket gereksinimlerine cevap verecek düşünce ve önlemleri içine alması sebebiyle değer ve saygı kazanabilir.
1922 (Mustafa Baydar, Atatürk’le Konuşmalar, s. 42-43)

Uzağı görücü olduğu kadar milletimizin ivedi gereksinimlerine çare bulacak bir programa dayanmayan yenileşme girişimleri, kişisel ve keyfî olmaktan kurtulamaz. Bu gibi girişimler, sahipleri olan kişilerin değişmesi ile, hatta kişisel etkinliğinin azalması ile söner gider. Diğer yönden herhangi bir programın uzun bir çalışma dönemine rehber olması için memlekette bütün vatanseverlerin ona yardımcı olması gerekir. Gerçekten büyük bir kitlenin gelişme emellerini kapsamayan bir programın, başarılı ve devamlı olması beklenemez.
1922 (Atatürk’ün S.D.II, s. 47)

EVRENSEL IŞIK ATATÜRK’ÜN ÜSTÜN KİŞİLİĞİ DÜNYAYI DEĞİŞTİRDİ !

insanlar arasında artık hiçbir renk, din ve ırk ayrımı tanımayan bir anlaşma ve işbirliği çağı açılmalı, milletler bağımsızlıklarını, 
millî niteliklerini, millî kültürlerini kaybetmeksizin, 
her türlü emperyalist görüşün dışında, 
insanlığın ortak değerlerinde birleşmelidir.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk






Atatürk, Millî Mücadele’de millî birliği sağlayan eşsiz bir lider, savaş meydanlarında gerçekçi bir kumandan, devlet kuran büyük siyaset adamı, milletini çağdaşlaştıran güçlü bir devrimcidir. Bu nitelikleriyle, insanlık tarihinin tanıdığı en büyük adamlardan biri olduğuna şüphe yoktur. Kahramanlık ve yüksek insanlık meziyetlerini kişiliğinde en yüksek düzeyle taşıdığında dünya tarihçileri ve fikir adamları tereddütsüz birleşmektedir. Tarihin büyük tanıdığı kişilerle karşılaştırıldığı zaman, türlü bakımlardan belirgin üstünlükleri göze çarpmaktadır. Atatürk, her şeyden önce, hem fikir hem hareket adamı idi; o, fikri ve hareketi kişiliğinde birleştirmiş bir liderdi. Fikir ve düşüncelerinin özünü oluşturan Atatürkçülük, her türlü dogmatik unsurdan sıyrılmış akılcı bir dünya görüşüdür. Memleket gerçeklerinden kaynaklanan, sorunlar karşısında akıl ve bilimin yol göstericiliğini kabul eden bu gerçekçi görüş, gerek Türk Bağımsızlık Savaşı’nın gerekse onu izleyen Türk çağdaşlaşma hareketinin temelini oluşturmuştur. Atatürk, üstün nitelikleri sayesinde, Türk milletinin tarihsel seyrini değiştiren askerî ve siyasî zaferlerle onu uçurumun kenarından kurtarmıştır. Dünya tarihinde, her türlü imkânsızlığa rağmen inandığı fikri uygulamaya koyarak "Ya bağımsızlık, ya ölüm!" parolası ile büyük bir mücadeleyi kazanmış, arkasından yepyeni nitelikte çağdaş bir devlet ve millet yaratmış adam azdır. İçinde bulunduğu şartları değerlendirmede, engelleri ortadan kaldırmada gösterdiği büyük başarı, Atatürk’ün ayrı bir özelliğini oluşturmaktadır. Diyebiliriz ki Atatürk, Türk toplumunda sadece çağdaşlaşma gereğini gördüğü için değil, bu çağdaşlaşmayı en kısa zamanda gerçekleştirecek yolu gösterdiği, çağdaşlaşmaya engel olan etkenleri cesaretle ortadan kaldırdığı için büyüktür. "Çağdaş Türkiye’nin Kurucusu" sıfatını da işte bu büyüklüğünden almaktadır.

Büyük Söylev’inin sonlarında, Türk gençliğine seslenerek çizdiği tablo, gerçekte, kendisi mücadeleye atıldığı zaman, memleketin içinde bulunduğu ağır tablodur. Atatürk, en güç şartlar altında bile, her şeyin bitti zannedildiği bir zamanda bile, Türk milletine güven hissinin asla kaybolmaması gerektiği gerçeğini, eseriyle kanıtlamış bir millî kahramandır; onun için millî kurtuluşa simge olmuştur, onun için bayrak olmuştur. Atatürk gerçeğin adamı, sağduyunun ve ince görüşün temsilcisidir. Çünkü, nerede neye karar verdi, ne yaptı ise daima en iyisini yapmış, en gereklisine karar vermiştir. Türk halkının eğilimlerini çok iyi sezen ve ruhlara sızmasını bilen usta devrimciliği sayesindedir ki ortak istek ve eğilimler, kolayca millî ülkü haline gelebilmiştir. O, giriştiği mücadelenin başından sonuna kadar Türk milletinin yüksek niteliklerine güvenmiş, kazanılan her türlü zaferin milletin eseri olduğunu söylemiştir. Bütün girişimlerinde milletin eğilimlerini göz önünde tutmuş, milletin desteğine dayanmış, güçlü kişiliği ve gerçeği sezişe dayanan ikna kuvvetiyle kitleleri yönlendiren bir lider olduğunu göstermiştir. Millî kurtuluşa bayrak olan fikirleri, görüşleri ve ölmez eseriyle, etkileri memleket sınırlarını aşmış, hakları çiğnenen milletlerin bağımsızlık ve özgürlük mücadelesinde manevî kuvvet olmuştur. Atatürk yaratıcısı, yapıcısı olduğu "Türk Devrimi"ni dünyaya tanıtırken, "Bu devrim, yüksek bir insanî ülkü ile birleşmiş vatanseverlik eseridir. Çocuklarına bütün güzellikleri ve bütün büyüklükleri görmek ve aynı zamanda bütün sefaletlere acımak sanatını öğretmektedir"34 diyordu. Kendisi de yarattığı devrimin imanlı bir yapıcısı sıfatıyla bütün dünyaya açık yürekle, samimiyetle ve dostlukla bakıyordu. Gerçekten, "Ne mutlu Türk’üm diyene!" özdeyişiyle kalplere millî iman perçinleyen Atatürk, aynı zamanda insanlık ülküsünün ve insan sevgisinin de simgesi idi. Yabancıların, "Düşmanlarınız kimlerdir?" sorusuna, "Biz kimsenin düşmanı değiliz; yalnız insanlığın düşmanı olanların düşmanıyız!" 35 yanıtını veriyordu. İşte bu insancıl yönü iledir ki tamamen millî nitelik taşıyan Atatürk Devrimi, aynı zamanda bütün insanlığın hayranlığını da üzerinde toplamaktadır. Atatürk’ün insanlık değerlerine içten ve büyük saygısı vardı. O, bütün insanlığın yüzyıllar boyu övdüğü ve övündüğü üstün nitelikleri kişiliğinde toplamış bir liderdi. Yaşamı boyunca gösterdiği davranışlar bu üstün nitelikleri sergiliyordu. Şöyle ki:-Zafer kazanmış Başkomutan olarak İzmir’e girdiği gün, önüne serilen düşman bayrağını: "Bayrak bir milletin bağımsızlık işaretidir; düşmanın da olsa saygı göstermek gerekir!"36 diyerek, yerden kaldırtan,
-Bir milleti özgürlük ve bağımsızlığa kavuşturan büyük eserinin görkemi karşısında, memleketin büyük sanatkârları, şairleri, tiyatro sanatçıları elini öpmek istedikleri zaman: "Sanatçı el öpmez: sanatçının eli öpülür!"37 yanıtını veren,
-Çanakkale’de kendisine karşı savaşırken bir kolunu kaybeden ünlü Fransız Generali Gouraud ile yıllar sonra Ankara’da karşılaştıkları zaman -General’in boş kolunu işaret ederek- ona: "Türk topraklarında yatan şerefli kolunuz, memleketlerimiz arasında son derece kıymetli bir bağdır!"38 diyen,
-Çanakkale şehitlerini anma törenine konuşma yapmak üzere giden bir bakanına, bu savaşta ölen diğer millet askerleri için de: "Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur içinde uyuyunuz!"39 diye not yazdıran,
-Mısır Elçisi’ne, bir sabah, Çankaya sırtlarından doğmakta olan güneşi göstererek: "Doğudan şimdi doğacak olan güneşe bakınız! Şu anda günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün doğu milletlerinin uyanışını da öyle görüyorum. Bağımsızlık ve özgürlüğüne kavuşacak daha çok kardeş millet vardır. Bu milletler, bütün güçlüklere, bütün önlemelere rağmen engelleri yenecekler ve kendilerini bekleyen geleceğe ulaşacaklardır. Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerini milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir anlaşma ve işbirliği çağı alacaktır!"40diyen Büyük Atatürk, gerçekten insan sevgisinin ve insanlık ülküsünün, kolay erişilemeyecek bir örneği idi. Bu davranışlar, belki de insanlık tarihinde eşi olmayan şeylerdi ve Atatürk’ün büyüklüğünü, onun genişliğini, onun engin hoşgörüsünü simgeliyordu.
"Yurtta barış, dünyada barış" için çalışmak, Atatürk için dünyamızda yaşayan bütün insanları birbirine daha çok yaklaştırmak, daha çok sevdirmek yolundaki çabaların bir parçası idi. O, "İnsan her şeyden önce bağlı olduğu milletin varlığı ve mutluluğu için çalışmalı; fakat başka milletlerin de huzur ve refahını düşünmelidir."41 derken, işte bu çabasını dile getiriyordu. Atatürk’e göre "Dünya milletlerinin mutluluğuna çalışmak, diğer bir yoldan kendi huzur ve mutluluğunu sağlamağa çalışmak, demekti."42 Çünkü, "Dünyada ve dünya milletleri arasında huzur ve iyi geçim olmazsa, bir millet kendi kendisi için ne yaparsa yapsın huzurdan mahrumdur."43 İşte Atatürk’ün "Yurtta barış, dünyada barış" ilkesinin kökleri böyle insancıl bir düşünceden, böyle insancıl bir ülküden kaynaklanıyordu.
Atatürk’e göre: "Milletleri yönetenlerin görevi, yaşamı mutlu yapmak hususunda milletlerine yol göstermekti. Bütün insanlığın varlığını kendi şahıslarında gören adamlar mutsuzdu. Yaşamda mutluluk, ancak gelecek kuşakların şerefi, varlığı ve huzuru için çalışmakla mümkündü. Hatta bir devlet adamı böyle hareket ederken ‘Benden sonra gelecekler, acaba böyle bir ruhla çalıştığımı fark edecekler mi?’ diye bile düşünmemeliydi." 44Atatürk, karşılık beklemeksizin, insanlığın mutluluğuna hizmet edebilecek adam yetiştirmenin, en büyük zevk olduğunu söylüyor ve şöyle diyordu: "Bahçesinde çiçek yetiştiren insan, bu çiçekten bir şey bekler mi? Adam yetiştiren insan da, çiçek yetiştirendeki hislerle hareket etmelidir. Ancak bu tarzda düşünen ve çalışan adamlardır ki memleketlerine, milletlerine ve bunların geleceğine faydalı olabilirler."45Atatürk’e göre, milletler arasında düşmanlıkların yerini akrabalık bilinci almalı idi. Kıt’alar ve milletler arasında ırkçı ve şoven yaklaşımlar, yerini bütün insanlığın paylaştığı bazı ortak değerlere bırakmalıydı. "İnsanları mutlu edecek biricik araç, onları birbirine yaklaştırarak, onları birbirlerine sevdirerek karşılıklı maddî ve manevî gereksinimlerini temine yarıyan hareket ve enerji idi. Dünya barışı içinde insanlığın gerçek mutluluğu, ancak bu yüksek ülkü yolcularının çoğalması ve başarı kazanmasıyla mümkün olacaktı. Dünya vatandaşları kıskançlık, açgözlülük ve kinden uzaklaşacak şekilde eğitilmeli, insanlığın bütününün refahı, açlık ve baskının yerini almalıydı."46 Bütün milletlerin çağdaş uygarlık düzeyinde birleşmesi, bu ortak uygarlığa katılması, Atatürk’ün en samimî isteği idi. Çünkü o, insanlığın hepsini bir vücut ve her milleti bunun bir organı sayıyordu. Atatürk’e göre, insanlar arasında artık hiçbir renk, din ve ırk ayrımı tanımayan bir anlaşma ve işbirliği çağı açılmalı, milletler bağımsızlıklarını, millî niteliklerini, millî kültürlerini kaybetmeksizin, her türlü emperyalist görüşün dışında, insanlığın ortak değerlerinde birleşmeli idi. Bu ortaklaşa değerlerin kıt’aları birbirine bağlaması, insanları renk, ırk ve din farkı gözetmeksizin birbirine yaklaştırması gerekti. Çünkü insanlığın yükselmesi, insanlık ülküsünün gerçekleşmesi bu bilincin ayakta tutulmasına bağlı idi.
İşte Atatürk, bu görüş ve düşünceleriyle, bu yönüyle de insanlık tarihi önünde aşılamayacak bir büyüklüğü temsil etmektedir.

Son söz olarak diyebiliriz ki, Atatürk’ün yaşamı, kişiliği ve eseri incelendiği zaman, insanoğlu, hayranlığını gizleyememekte; bu millî  kahramanı kutlamakta, başarıya ulaştırdığı bu kutsal mücadelenin önünde saygı ile eğilmektedir.*

Atatürk’ün doğduğu ev, Selanik’te Kocakasım Mahallesi, Islahhane Caddesinde olup bugün Türkiye Konsolosluğu’nun bahçe sınırları içindedir ve müze haline getirilmiştir.


1   Osmanlı Devletinde sivil ortaokul.
2   Osmanlı Devletinde askerî ortaokul.
3   Osmanlı Devletinde askerî lise
*   Osmanlı döneminde, Batı Trakya’da Edirne’ye bağlı bir kasaba (Bugün Yunanistan sınırları içindedir).
4   Ruşen Eşref ÜNAYDIN, Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat, 1930, s.31
5   Utkan KOCATÜRK, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, Türk Tarih Kurumu Yayını, 2000, s.4
6   Kemal ATATÜRK, Nutuk I, s.12
7   ATATÜRK, a.g.e., s.13
8   Bu müfettişliğin adı, 15 Haziran 1919’da Üçüncü Ordu Müfettişliği olarak değiştirilmiştir.
9   Hüsrev GEREDE, 20. Asır dergisi, cilt: 3, sayı: 66, s.28, 1953
10 Kemal ATATÜRK, Nutuk I, s.16; Kâzım KARABEKİR, İstiklâl Harbimiz, Türkiye Yayınevi 1969, s.32
11 KOCATÜRK, a.g.e., s.43
12 KOCATÜRK, a.g.e., s.44
13  KOCATÜRK, a.g.e., s.59
14 KOCATÜRK, a.g.e., s.59
15 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II, s. 204
16 Cevat DURSUNOĞLU, Millî Mücadele’de Erzurum, 1946, s. 87-90
17  Utkan KOCATÜRK, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, 2005, s. 204
18  Utkan KOCATÜRK, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, 2000, s.226
19  Utkan KOCATÜRK, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, 2000, s.227-228
20 Kemal ATATÜRK, Nutuk II, s.580
21 Kemal ATATÜRK, Nutuk II, s.608-609
22 Utkan KOCATÜRK, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, 2000, s.273
23 Utkan KOCATÜRK, Celâl Bayar’la Bir Konuşma, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, sayı:5, 1986, s.346
24 Kemal ATATÜRK, Nutuk II, s.611
25 T.B.M.M. Zabıt Cerideleri, Devre: I, Cilt: XII, s.21
26 Utkan KOCATÜRK, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, 2000, s. 274
27 Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, 1964, s.393
28  Kemal ATATÜRK, Nutuk II, s.618
29 Nusret ÖZSELÇUK, 30 Ağustos Zaferi, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı:9, 1987, s.668
30 ÖZSELÇUK, a.g.e., s. 669
31 Ruşen Eşref ÜNAYDIN, Atatürk’ü Özleyiş, s. 44
32 Utkan KOCATÜRK, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, 2000, s.361
33 Kemal ATATÜRK, Nutuk II, s.767
34 Utkan KOCATÜRK, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, 2005, s. 204
35 KOCATÜRK, a.g.e., s. 455
36 KOCATÜRK, a.g.e., s. 455
37 KOCATÜRK, a.g.e., s.264
38 KOCATÜRK, a.g.e., s.457
39 Uluğ İĞDEMİR, Atatürk ve Anzaklar, T.T.K. Yayını, 1978, 8.6
40 Utkan KOCATÜRK, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, 2005, s.458
41 KOCATÜRK, a.g.e., 8.460
42 KOCATÜRK, a.g.e., s.460
43 KOCATÜRK, a.g.e., s.460
44 KOCATÜRK, a.g.e., s.459
45 KOCATÜRK, a.g.e., s.459
46 KOCATÜRK, a.g.e., s.455 BU BÖLÜMÜN HAZIRLANMASINDA YARARLANILAN KAYNAKLAR
ATATÜRK, Kemal: Nutuk, cilt: I-III, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayını, 1961
ATATÜRK, Kemal: Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, I-V, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayını 1945-1972
BAYUR, Hikmet: Atatürk Hayatı ve Eseri, Güven Basımevi, Ankara 1963
BIYIKLIOĞLU, Tevfik: Atatürk ve İnönü Muharebeleri, Resimli Tarih Mecmuası, cilt: 5, sayı:53, 1954
BORAK, Sadi: Atatürk, Başak Kitabevi, İstanbul 1973
BORAK, Sadi: Ata ve İstanbul, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Yayını, İstanbul, 1983
ÇAYCI, Abdurrahman: Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Millî Bağımsızlık ve Çağdaşlaşma Önderi (Hayatı ve Eseri), Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, 2002
ÇELİKER, Fahri: Bitlis’in Kurtuluşu ve Mustafa Kemal Paşa, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı: 8, 1987
ÇELİKER, Fahri: Çanakkale ve Mustafa Kemal, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı: 9, Ankara 1987
DURSUNOĞLU, Cevat: Millî Mücadele’de Erzurum, Ankara, 1946
DURSUNOĞLU, Cevat: 1919 Erzurum Kongresi’ni Cevat Dursunoğlu Anlatıyor, Konuşan: Dr. Utkan Kocatürk, Ulus gazetesi, 23 Temmuz 1962
EROĞLU, Hamza: Atatürk’ün Üstün Kişiliği, Ankara 1984
GÖRGÜLÜ, İsmet: Atatürk’ün Anıları (Büyük Gazimizin Büyük Hayatından Hatıralar), Bilgi Yayınevi, Ankara, 1997
İĞDEMİR, Uluğ: Atatürk ve Anzaklar, Türk Tarih Kurumu Yayını, 1978 İĞDEMİR, Uluğ: Atatürk’ün Yaşamı, I. Cilt, Türk Tarih Kurumu Yayını, 1980 İLHAN, Suat: Atatürk ve Harp Yönetimi, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, 1987 KARABEKİR, Kâzım: İstiklâl Harbimiz, Türkiye Yayınevi, İstanbul, 1969
KOCATÜRK, Utkan: Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi (1918-1938), 3. Basım, Türk Tarih Kurumu Yayını, 2000
KOCATÜRK, Utkan: Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, 2005
KOCATÜRK, Utkan:  Doğumundan Ölümüne Kadar Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, 1999
ÖZSELÇUK, Nusret: 30 Ağustos Zaferi, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt: III, Sayı: 9, 1987
REİSİCUMHUR HAZRETLERİNİN TERCÜME-İ HALLERİ: Türkiye Cumhuriyeti Devlet Sal namesi (1925-1926). T.C. Başbakanlık Yayını, İstanbul 1926
ŞIVGIN, Hale:  Trablusgarp Savaşı ve 1911-1912 Türk İtalyan İlişkileri, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, 1989
ŞİMŞİR, Bilâl N.: İngiliz Belgeleriyle Sakarya’dan İzmir’e (1921-1922), Milliyet Yayınlan, İstanbul 1972
TEZER, Şükrü: Atatürk’ün Hatıra Defteri, Türk Tarih Kurumu Yayını, 1972
TÜRK İSTİKLÂL HARBİ, Cilt: I-VII, T.C. Genelkurmay Başkanlığı Harp Tarihi ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayını, 1962-1975
ÜN AYDIN, Ruşen Eşref: Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat, İstanbul, 1930 ÜNAYDIN, Ruşen Eşref: Atatürk’ü Özleyiş, Hatıralar, Türkiye İş Bankası Yayını, 1957

Alındı: atam.gov.tr

Kastamonu’da İkinci Konuşma

Cumhuriyet Halk Partisi binasında partililerle yapılmıştır.

Gözlemlerimin en kıymetli kısmı bu güzel bölgenin dostça, samimi çok aydın ve çok geniş ve yüksek bir anlayış sahibi olmalarıdır. Kabul etmeliyim ki, bu seyahatimden önceki bilgilerim, gözle gördüğüm şeylerden çok daha az idi. Saygıdeğer milletvekilleriniz Ali Rıza Bey, Mehmet Fuat Bey gibi kişiler bulunmasaydı, sizi olduğunuzdan farklı tanıtmak için çalışanlar akılları karıştırmada kim bilir ne kadar ileri gitmekte başarılı olacaklardı. Eylemlerini ve eserlerini mutlulukla görmekte olduğum yüce görüşleriniz elbette bir anda, bir günde oluşamazdı. Böyle bir görüşü ileri sürmek bilgisizlik olur. Şüphe yok, bu yörenin saygıdeğer halkı gerçekten medenileşmenin doğal gidişatı üzerinde ilerlemektedir. Bugün ben o olgunlaşmanın doğal belirtilerinin mutlu bir tanığı

bulunuyorum. Bu gerçeğin aksini anlatarak ve açıklayarak yenilenme adımlarımızı felce uğratmaya yeltenen beyinsizin, hükümlerini vermekte kendi yarım yamalak ilimlerine, çürük mantıklarına, yetersiz akıllarına dayandıklarını sanıyorum. O zavallı kendini beğenmişler böyle yapacaklarına halkın sağ duyusuna danışsalardı, ondan ilham ve bilgi alsalardı, kendilerini bugün gülünecek ve utanılacak durumda bırakan bu kadar iğrenç hatalara düşmezlerdi. Fakat sağ duyunun, akıl, mantık ve kabiliyetin üstünde önem sahibi olduğunu taktir etmek yalancı bilginin işine gelmez.

Arkadaşlar!

Milletimizin sağlam bir anlayışa sahip olduğuna, kahramanı olduğu büyük ve fiilî eserler ve olaylardan sonra kimsenin şüphe etmeye hakkı kalmamıştır. Anlayış daima ileriye ve yeniliğe götürür ve gerilemeyi kabul etmez bir huy olduğuna göre, Türkiye Cumhuriyeti halkı, ileriye ve yeniliğe uzun adımlarla yürümeye devam edecektir. Anlayışa hastalık bulaşmadıkça gerilemek veya durmak akla bile gelmez. Yüz yıllardan beri harcanmış iğrenç çabalar zaman zaman milleti uykuya daldırmış olmakla beraber milletin anlayışını felce uğratmada asla başarılı olamamıştır. Bu gerçek milletin bugün gösterdiği anlayış eserleri ile kendiliğinden ortadadır. Eğer anlayışta hastalık olsaydı, onu bugünkü hayatta canlandırmak hiçbir güç birliği ile olamazdı.

Efendiler, bu millet, gerçek beklentisinden sapmalarda bulunanlara değer vermemektedir. Bununla özellikle bugün çok övünüyorum. Bundaki isabetin sırrını açıklamak için derhal bildirmeliyim ki, bizim bilgi kaynağımız doğrudan doğruya büyük Türk milletinin vicdanı olmuştur ve daima olacaktır. Bütün sıcaklığı, verimi, kuvveti millî vicdandan aldıkça, bütün girişimlerimizde milletin sağlam duyarlılığını rehber kabul ettikçe, şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da milleti doğru hedeflere ulaştıracağımıza inancımız tamdır.

Gerçek inkılâpçılar onlardır ki, yükselme ve yenilenme inkılâbına yöneltmek istedikleri insanların ruh ve vicdanlarındaki gerçek eğilime ulaşmasını bilirler. Bu vesileyle şunu da açıklamalıyım ki Türk milletinin son yıllarda gösterdiği harikaların, yaptığı siyasal ve sosyal inkılâpların gerçek sahibi kendisidir. Sizsiniz. Milletimizde bu yetenek ve olgunluk var olmasaydı, onu ortaya çıkarmaya hiçbir kuvvet yeterli olamazdı. Herhangi bir gelişme seviyesinde bulunan bir insan kitlesini, bulunduğu durumdan kaldırılıp damdan düşer gibi herhangi bir olgunluk derecesine ulaştırmanın imkânsızlığını, elbette açıklamaya gerek yoktur.

Efendiler, yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılâpların amacı, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen zamana uygun ve bütün anlam ve biçimleri ile medeni bir sosyal toplum durumuna ulaştırmaktır. İnkılâplarımızın temel ilkesi budur. Bu gerçeği kabul edemeyen düşünceleri darma dağın etmek elzemdir. Şimdiye kadar milletin beynini paslandıran, uyuşturan bu anlayışta bulunanlar olmuştur. Her halde bu anlayışlarda bulunan uydurma şeyler bütünüyle uzaklaşlaştırılacaktır. Onlar çıkarılmadıkça beyne gerçeklik nurlarını yerleştirmek imkânsızdır.

Mustafa Kemal Paşa hurafelere ait örneklerle açıklamalar yaptı. Türbelerden, yalancı evliyalardan söz ederek:

Ölülerden yardım istemek medeni bir toplum için uygun değildir, dedi. Sonra tekkelere geçerek aşağıdaki açıklamalarda bulundu:

Var olan tarikatların amacı kendilerine bağlı olan kimseleri dünyada ve manevi olan hayatta mutluluk sahibi yapmaktan başka ne olabilir? Bugün ilmin, fennin, bütün kapsamı ile medeniyetin ışığı karşısında filan veya falan şeyhin uyarmasıyla maddî ve manevi mutluluğu arayacak kadar ilkel insanların Türkiye medeni toplumunda varlığını asla kabul etmiyorum (şiddetli alkışlar).

Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek yol, medeniyet yoludur (sürekli alkışlar). Medeniyetin gerektirdiğini yapmak insan olmak için yeterlidir. Tarikat reisleri bu dediğim gerçeği bütün açıklığıyla anlayacak ve kendiliklerinden hemen tekkelerini kapatacak, müritlerinin artık erginliğe ulaştıklarını elbette kabul edeceklerdir. Devamında:

Arkadaşlar, huzurunuzda millet karşısında düşüncelerimi sunarken hissettiğim ve gördüğüm konuları olduğu gibi söylemeyi tarih ve vicdan karşısında görev bilirim.
Girişiyle diğer bir konuya geçerek demiştir ki:

Cumhuriyet Hükümetimizin bir Diyanet İşleri Başkanlığı makamı vardır. Bu makama bağlı müftü, hatip, imam gibi görevli birçok memurlar bulunmaktadır. Bu görevli kişilerin ilim, erdem derecesi bellidir. Ancak burada görevli olmayan birçok insanlarda görüyorum ki, aynı kıyafet giyiminde devam etmektedirler. Bu gibiler içinde çok bilgisiz hatta okuma yazma bilemeyenlerle karşılaştım. Özellikle bu gibi bilgisizlikler bazı yerlerde halkın temsilcileriymiş gibi onların önüne düşüyorlar. Halkla doğrudan doğruya ilişki kurmaya âdeta bir engel oluşturmak sevdasında bulunuyorlar. Bu gibilere sormak istiyorum. Bu durum ve yetkiyi kimden, nereden almışlardır? Bilindiği gibi milletin temsilcileri seçtikleri milletvekilleri ve onlardan oluşan Türkiye Büyük Millet Meclisi ve meclisin güvenine sahip Cumhuriyet Hükümeti’dir. Bir de yerel seçilmiş belediye başkanları ve heyetleri vardır. Millete hatırlatmak isterim ki, bu kayıtsızlığa izin vermek kesinlikle uygun değildir. Herhalde yetki sahibi olmayan bu gibi kimselerin görevli olan kişilerle aynı kıyafeti taşımalarındaki sakıncayı hükümetin dikkatine sunacağım.

Sayın Cumhurbaşkanı bu nokta üzerinde çok ciddi görüşler ileri sürdükten sonra kıyafet meselesine geçerek buyurdular ki:

İnebolu’da ve diğer bazı yerlerde söyledim. Bugünün meselesi gibi düşünüleceğinden burada da değinmek isterim. Her milletin olduğu gibi bizim de millî bir kıyafetimiz varmış, fakat inkâr edilemez ki taşıdığımız kıyafet o değildir. Hatta millî kıyafetimizin ne olduğunu bilenler içimizde azdır bile. Örneğin karşımda kalabalığın içinde bir kişi görüyorum (eliyle işaret ederek). Başında fes, fesin üstünde bir yeşil sarık, sırtında bir mintan, onun üstünde benim sırtımdaki gibi bir ceket, daha alt tarafını göremiyorum. Şimdi bu kıyafet nedir? medeni bir insan bu tuhaf kıyafeti giyip dünyayı kendine güldürür mü? (Evet güldürür, sesleri).

Gazi kıyafet hakkında uzun uzadıya açıklama yaparak ve bilgi vererek sözü şu sonuca getirdi:

Devlet memurları bütün milletin kıyafetlerini düzeltecektir. Fen, sağlık açısından uygulamalı olarak, her bakımdan denenmiş medeni kıyafet giyilecektir. Bunda kararsızlığa yer yoktur. Yüzyıllarca devam eden dikkatsizliğin acı derslerini tekrarlamaya dayanma gücü yoktur. Bir adam olduğumuzu, medeni insan olduğumuzu ispat etmek ve göstermek için gerekeni yapmamakta direnmek adamlıkla bağdaşmaz.

Arkadaşlar, Türk milleti çok büyük olaylarla ispat etti ki, yenileyici ve inkılâpçı bir millettir. Son senelerden önceki zamanda da milletimiz yenilik yolları üzerinde yürümüş, sosyal inkılâba girmemiş değildir. Fakat gerçek verimler görülemedi. Bunun nedenini araştırdınız mı? Bence neden işe temelinden başlanmamış olmasıdır. Bu konuda açık söyleyelim. Bir sosyal toplum, bir millet erkek ve kadın denilen iki cins insandan oluşmuştur. Kabul edilebilir mi ki, bir kitlenin bir parçasını yükselttirelim. Diğerini görmezlikten gelelim de, kitlenin tamamı yükselebilsin? Olabilir mi ki, bir toplumun yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça diğer kısmı göklere yükselebilsin? Şüphe yok, yükselme adımları, dediğim gibi iki cins tarafından beraber, arkadaşça atılmak ve yükselme ve yenilenme alanında birlikte aşama kaydetmek gereklidir. Böyle olursa inkılâp başarılı olur. Mutlulukla gözle görülmektedir ki, bugünkü hareketimiz gerçek amaca yaklaşmaktadır. Her halde daha korkusuz olmak gerektiği açıktır.

Bu konudaki cesaretsizlik nedenlerini açıkladıktan sonra hemen düzeltilmesi gerekli bir örnek bildirdi:

Bazı yerlerde kadınlar görüyorum ki, başına bir bez veya bir peştemal veya buna benzer bir şeyler atarak yüzünü gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere karşı ya arkasını çevirir veya yere oturarak yumulur. Bu davranışın anlam ve işareti nedir? Efendiler, medeni bir millet anası, millet kızı bu garip şekle, bu ilkel duruma girer mi? Bu durum milleti çok gülünç gösteren bir görüntüdür. Derhal düzeltilmesi gereklidir.

Ardından memlekette bulunan derneklerin milleti aydınlatma ve doğru yolu göstermede ciddi şekilde ilgili olmalarını önerdi. Daha sonra milletle görüşmekten aldığı zevk ve kuvvetten ve hakkında gösterilen sevgi ve güveni güzel kullanmaya çok dikkat harcayacağından ve amacının milleti mutlu ve zengin ve medeni dünyada özellikleri takdir edilmiş olgun bir millet görmekten ibaret olduğunu açıklayarak çok sıcak ve heyecanlı nutkuna son verdi. Ve çok şiddetle alkışlandı.

Söylevin sonunda Öğretmen Sabri, yapılan devrimde Gazi’nin yürüdüğü yoldan yürüyeceğini bildirmesi üzerine Gazi Paşa ayağa kalkarak şu sözleri söyledi:Efendiler, gösterdiğiniz kıymetli uyanış ve ufuk açıklığından çok duyguluyum. Sesim uygun değil bu nutka da izin verirseniz bir beyitle cevap vereyim:

Ölmez bu vatan farzı muhal ölse de hatta
Çekmez kürenin cismi bu tabutu cesimi
(Ölmez bu vatan varsayalım ölse de bile
Çekmez dünyanın bedeni bu kocaman tabutu)

Hâkimiyet-i Milliye:01.09.1925

Bilgelik Ordusu

Bir millet irfan / bilgelik ordusuna sahip olmadıkça, savaş mekanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin kalıcı sonuçlar vermesi ancak irfan / bilgelik ordusuna bağlıdır. 

Mustafa Kemal Atatürk
























.

" Halk isterse beni de kovar"




Çanakkale'li bir yazar anlatıyor:

1935 senesindeydi. Atatürk’ün Çanakkale’ye geleceği rivayetleri dolaşıyordu.

O zamanlar dünyanın bazı yerlerinde olduğu gibi, memleketimizin de bazı bölgelerinde Yahudiler aleyhinde bir hareket ve ayaklanma baş göstermişti. Bu hal karşısında bütün Museviler mallarını, mülklerini satarak yolculuğa hazırlanıyorlardı. Bunlar, o zaman rivayet olunduğuna göre Filistin’e gitmek istiyorlardı.

İşte bu sıralarda "Atatürk Çanakkale’ye geliyor" dediler. Çok sevindim. Çünkü Atatürk'ü hiç görmemiştim. Heyecanla Atatürk’ün geleceği Balıkesir caddesine dikildim. Bu esnada yanımda bulunan birkaç Yahudinin fısıltı ile pek hararetli olarak konuştuklarını gördüm. Alakadar olmaya vakit kalmadan karşıdan birkaç otomobil göründü."Atatürk geliyor" sözü yeniden ağızdan ağza dolaştı. Halkın "yaşa, varol!" nidaları arasında Atatürk otomobilinden indi. Alkışlar devam ediyor, o da halkın arasında ilerliyordu. Garip bir tesadüf ve talih eseri olarak Atatürk bizim önümüze gelince hafif bir duraklama yaptı. Halka bakıyor ve kalabalığı selamlıyordu. Tam bu esnada yanımda bulunan ve biraz evvel fısıltı halinde, fakat hareketli konuşan Yahudilerden biri, ileriye doğru yürüdü ve Ata'nın önüne atıldı. Muhafızlar mani olmak istedi. Atatürk:

'' Bırakın gelsin!'' dedi.

Bu Musevi vatandaş, Atatürk'ün önünde ellerini açtı, omuzlarını yukarıya kaldırarak:

'' Paşam bizi kovuyorlar. Biz ne yapacağız?'' dedi.

Atatürk bu şekilde önüne atılan bu adamın ne demek istediğini ve kim olduğunu derhal anlamıştı. Buna rağmen sordu:

'' Sen kimsin?''

'' Ben paşam, Çanakkale Musevileri'nden Avram Palto. ''

'' Sizi kim kovuyor? Hükumet mi? Kanun mu? Polis mi? Jandarma mı? Bana söyle? '' dedi.

Bu Musevi vatandaş durakladı, şaşaladı. Biraz sonra kendini toparlayarak cevap verdi:

'' Hayır paşam, halk kovuyor.''

Atatürk, bu adamın yüzüne dikkatle baktı, gülümsedi ve:

'' Halk isterse beni de kovar" dedi ve yürüdü.'