CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR

Atatürk, Ulusuna kimliğini ve kişiliğini kazandırmıştır!

Harp Akademisinde, her cuma akşamı bir sınıfta toplanır, kapıları kapattıktan sonra Mustafa Kemal kürsüye çıkardı. Tıpkı bir konferansçı gibi, Paris ten gelen Türkçe ve Fransızca gazetelerden öğrendiklerini bizlere aktarırdı. O zamana dek "padişahım çok yaşa" demekten başka bir şey bilmeyen bizler için, Mustafa Kemal in söyledikleri çok dikkat çekiciydi. Vatan, millet, Türklük gibi düşünceleri ilk kez, Harp Akademisi sıralarında ondan duymuştuk.

Orgeneral Asım GÜNDÜZ / Hatıralarım




Evrensel Işık Atatürk Kimsesizlerin Kimsesidir!































Prof.Dr. Herbert Melzig diyor ki:

"Büyük Yunan filozofu Platon'un, 'Krallar filozof olsa ve filozoflar kralların tahtında otursaydı...' şeklindeki dileği, iki bin yıllık tarihte gerçekleşmedi.

Halbuki, 20. yüzyılda ilk defa olarak Atatürk'ün şahsında Platon'un istediği gibi kelimenin tam anlamıyla bunu görmekteyiz. O, dâhi bir fikir adamı olarak bir miletin, yani Türk milletinin mukadderatını ele almış ve bu milletiyle atıldığı Kurtuluş Savaşı, bu milletin medeni durumunu değiştirmiş bir inkılap ve diğer milletlerin haklarını da koruyan barış ile insanlığa muhteşem bir örnek vermiştir." 

.

ATANAME’DEN: CUMHURİYETE GEÇİŞ

ATANAME’DEN: CUMHURİYETE GEÇİŞ

1. Saltanat devrinden Cumhuriyet devrine geçebilmek için, herkesin bildiği üzere bir geçiş dönemi yaşadık. Bu dönemdeiki ayrı düşünce ve görüş, birbiriyle sürekli olarak çarpıştı. O düşüncelerden biri, saltanat devrinin devam ettirilmesiydi. Bu görüşün sahipleri belli idi. Diğer bir düşünce saltanat rejimine son vererek Cumhuriyet rejimini kurmaktı. Bu bizim düşüncemizdi. Biz düşüncemizi açıkça söylemeyi başlangıçta sakıncalı buluyorduk.

2. Ancak, düşünce ve görüşlerimizi daha sonra zamanı geldiğinde uygulayabilmek için, saltanat taraftarlarının görüşlerini yavaş yavaş uygulama alanından uzaklaştırmak mecburiyetinde idik. Yeni kanunlar yapıldıkça, özellikle Teşkilâtı Esasiye Kanunu yapılırken, saltanat taraftarları padişah ve halifenin hak ve yetkilerinin açıkça belirtilmesi için ısrar ediyorlardı. Biz, bunun zamanı gelmediğini


veya gerekli olmadığını söyleyerek, o tarafı geçiştirmekte yarar görüyorduk.

3. Devlet idaresini, Cumhuriyet’ten söz etmeksizin millî egemenlik esasları çerçevesinde her an Cumhuriyet’e doğru yürüyecek şekilde toparlamaya çalıştık. Büyük Millet Meclisi’nden daha büyük bir makam olmadığını telkinde ısrar ederek, saltanat ve hilafet makamları olmadan da devleti idare etmenin mümkün olacağını ispat etmek lâzımdı. Devlet başkanlığından bahsetmeksizin, onun görevini fiilen Meclis başkanına yaptırıyorduk. Fiiliyatta, Meclis başkanı ikinci başkandı. Hükümet vardı. Fakat “Büyük Millet Meclisi Hükümeti” adını taşıyordu. Kabine sistemine geçmekten çekiniyorduk. Çünkü saltanatçılar, hemen Padişah’ın yetkisini kullanması gerektiğini ortaya atacaklardı.

4. İşte, geçiş döneminin bu mücadele safhasında, bizim kabul ettirmek mecburiyetinde bulunduğumuz orta şekli yani ‘’Büyük Millet Meclisi Hükümeti” sistemini haklı olarak yetersiz bulan ve meşrutiyet şeklinin açıkça belirtilmesini sağlamaya çalışan muhaliflerimiz, bize itiraz ederek diyorlardı ki: “Bu kurmak istediğiniz hükümet şekli neye, hangi idareye benzer?” Maksat ve hedefimizi söyletmek için yöneltilen bu türlü sorulara, biz de zamanın gereğine uygun yanıtlar vererek saltanatçıları susturmak zorunda idik.

5. Bir gün Ali Fuat Cebesoy’a sordum: “Cumhuriyet konusunda ne düşünüyorsunuz, görüşünüz nedir?” Dedi ki: “Cumhuriyet yönetimindeyiz zaten, millî hükümetin mahiyeti bu değil midir?” Şu yanıtı verdim: “Hayır, cumhuriyette değiliz. Birinci Büyük Millet Meclisi’nde saltanat kurumu duruyor. Saltanat düşmüş değildir. Saltanat kurumunu düşürmek için Meclis’in Cumhuriyeti ilan etmesi lazımdır. Cumhuriyet ilan olunursa, saltanat kurumu doğal olarak düşer. Bu konuda fikriniz nedir?” “Elbette aynı fikirdeyim” dedi, “hep bu fikre hizmet ediyoruz.” Gereğini yaptık, saltanatı 1 Kasım 1922 tarihinde kaldırdık.

6. Cumhuriyet 29 Ekim 1923 günü saat 20.30’da coşku içinde ilan edildi. Gece, 101 pare top atışıyla bütün Türkiye’ye duyuruldu.Aynı gün oybirliğiyle Cumhurbaşkanı olarak seçildim. Biz Cumhuriyet rejimine uzun bir süreç sonunda, birçok aşamalardan geçerek ulaştık. Amasya Genelgesi, Erzurum Kongresi, Sivas Kongresi, Misakı Millî, Büyük Millet Meclisi’nin açılması, Halkçılık Programı, 1921 Anayasası, saltanatın kaldırılması bu sürecin başlıca aşamalarıdır.

7. Cumhuriyet’in ilanı da sanıldığı gibi aceleye getirilmedi. Büyük Millet Meclisi’nin kararı ilân edilmezden önce çok düşünülmüş, arkadaşlar arasında pek çok görüşmeler ve tartışmalar yapılmıştır.



http://www.cihandura.com/tr/makale/ATANAMEDEN_CUMHURIYETE_GECIS

Ata'nın Tam Bağımsızlık Hk. Sözleri





























Tam Bağımsızlık: 

Atatürk’e göre asıl olan Türk ulusunun onurlu bir biçimde yaşamasıdır. Bu da ancak tam bağımsızlıkla mümkün olabilmektedir. Yabancı bir devletin koruma ve desteğini kabul etmek, bağımsızlıktan yoksun olmak demek, diğer devletler karşısında uşak durumuna düşmek demektir. Türk’ün onuru, kişiliği ve yetenekleri çok yüksektir, büyüktür. Böyle bir ulus esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir. Bundan dolayı Atatürk’ün cumhuriyetçiliğinde “ya bağımsızlık, ya ölüm” temel ilkedir.
.

NUTUK OKUYALIM NUTUK OKUTTURALIM

NUTUK OKUYALIM NUTUK OKUTTURALIM

Atatürk, Büyük Nutuk’u seslendirmeden önce 1927 yazında Dolmabahçe Sarayı’nda düzenlediği akşam toplantılarında arkadaşlarına okumakta, onlarla tartışmaktadır. Yaz aylarının sıcak bir gününün gecesi, Atatürk’ün etrafında daha kalabalık bir aydınlar topluluğu vardı. O, arkadaşlarına adeta bir sürpriz hazırlamanın sevinci içinde, ‘Oturunuz ve dinleyiniz’ dedi. Nutuk‘un sonuna koyacağı satırları yüksek sesle okumaya başladı.

Dinleyenlerin nefes dahi almadıklarını sanıyorum. Çünkü ben kendimi öyle hissediyor ve milli bir heyecanın tesiri içinde yaşıyordum. Atatürk bu metni okuyup bitirdiği zaman derin bir nefes almış, fakat iki damla gözyaşını bizlerden saklamamıştı… Bu “Gençliğe Hitabe” okunduğu akşam artık tarih olmuş olaylar konuşma mevzuu değildi. Atatürk coşmuş konuşuyor ve başkalarına, diğer akşamlarda olduğu gibi, konuşma fırsatı vermiyordu. O, Türkiye Cumhuriyeti’nin istikbali üzerinde duruyordu. “Tarihi yaşadığımız gibi yazdık, fakat geleceği Cumhuriyet’e inananlarla, onu koruyanlara ve yaşatacaklara emanet etmek lazımdır” diyordu. "Gençliğe Hitabe” nutkunu ilk dinleyenlere, methetmek fırsatını dahi verdiğini hatırlamıyorum. Sadece O’nun sözleri hâlâ kulaklarımda akisler yapmaktadır:

"Gençliği yetiştiriniz. Onlara ilim ve irfanın müspet fikirlerini veriniz. İstikbalin aydınlığına onlarla kavuşacaksınız. Hür fikirler tatbik mevkiine geçtiği vakit Türk Milleti yükselecektir.” diye telkinlerde bulundu.O, Türk gençliğinin sağ duyusuna, milliyetçiliğine, vatan muhabbetine inandığını ve onlara güvendiğini söylüyordu.

15 Ekim 1927 tarihinde başladığı Nutuk’un okunması tam altı gün, 36 saat 33 dakika sürmüştü. Kongre’nin son günü olan 20 Ekim 1927’de Mustafa Kemal sözlerini şöyle bağlamıştı:
“Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen ulusal yıkımların yarattığı uyanıklığın ve bu sevgili yurdun her köşesini sulayan kanların karşılığıdır. Bu sonucu, Türk gençliğine kutsal bir armağan olarak bırakıyorum.”

"ATATÜRK GENÇLİĞİ DAİMA GÖREVİNİN BAŞINDA."

Atatürk'ün Ölümsüz Eseri Nutuk'tan Tarihe ve Geleceğe Işık Tutan 17 Alıntı

Efendiler! Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz!" demek bile zordu belki o dönemin şartları içerisinde. Halk bir yöneticinin idaresine alışmıştı. Kendi kendisini yönetme fikri garip geliyordu onlara. Ama Mustafa Kemal Atatürk, bu fikri ortaya atmakla kalmadı, bunu en iyi şekilde gerçekleştirdi. İçerideki ve dışarıdaki tüm bedhahlara karşı!

 İşte Cumhuriyet'in kuruluşuna kadar olan süreçte Atatürk'ün yaşadığı zorluklara ışık tutan ölümsüz eseri Nutuk'tan 17 Alıntı.


"Efendiler, sırası gelmişken, aziz milletime şunu tavsiye ederim ki, bağrında yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki öz cevheri çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an geri kalmasın!"

"Osmanlı hanedan ve saltanatının devam ettirilmesine çalışmak, elbette Türk milletine karşı en büyük kötülüğü işlemekti. Çünkü, millet her türlü fedakarlığı göze alarak bağımsızlığını kazanmış olsa da, saltanat sürüp gittiği takdirde, bu istiklale kazanılmış gözü ile bakılamazdı. Artık, vatan ve milletle hiçbir vicdan ve fikir bağlantısı kalmamış bir sürü delinin, devlet ve milletin bağımsızlık ve haysiyetinin koruyucusu konumunda bulundurulmasına nasıl göz yumulabilirdi."

Temel ilke, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu ilke, ancak tam istiklale sahip olmakla gerçekleştirilebilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun, istiklalden yoksun bir millet, medeni insanlık dünyası karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye layık görülemez."

"Aciz ve korkak insanlar, herhangi bir felaket karşısında milletin de hareketsizliğe sürüklenmesini ve bir kenara çekilip kalmasına yol açarlar."

Tam bağımsızlık demek, elbette siyaset, maliye, ekonomi, adalet, askerlik, kültür gibi her alanda tam bağımsızlık ve özgürlük demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, ulus ve yurdun gerçek anlamıyla bütün bağımsızlığından yoksunluğu demektir."

"Adalet dilenmekle ve başkalarına kendini acındırmakla ulus işleri, devlet işleri gorülemez; ulusun ve devletin onuru ve bağımsızlığı güven altına alınamaz."

"Lozan Barış Antlaşması, Türk ulusuna karşı, yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşmasıyla tamamlandığı sanılmış büyük bir yok etme eyleminin yıkılışını bildirir bir belgedir. Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir siyasal utku yapıtıdır!"

İsmet Paşa'dan sonra rahmetli Abdurrahman Şeref Bey'in konuşmaları arasında şu sözler de vardı: "Hükûmet biçimlerinin sayılmasına gerek yoktur. Egemenlik sınırsız ve koşulsuz ulusundur;" dedikten sonra, "Kime sorarsanız sorunuz, bu, cumhuriyettir. Doğan çocuğun adıdır. Ama, bu ad, kimilerine hoş gelmezmiş, varsın gelmesin!"

"Kurtuluş çaresi ararken İngiltere, Fransa, İtalya gibi büyük devletleri gücendirmemek temel ilke olarak kabul edilmekte idi. Bu devletlerden yalnız biri ile bile başa çıkılamayacağı kuruntusu hemen bütün kafalarda yer etmişti. Osmanlı Devleti'nin yanında, koskoca Almanya, Avusturya - Macaristan varken hepsini birden yenip yerlere seren İtilâf kuvvetleri karşısında, yeniden onlarla çatışmaya varabilecek durumlara girmekten daha büyük mantıksızlık ve akılsızlık olamazdı.  Bu zihniyette olan yalnız halk değildi; özellikle seçkin ve aydın denen insanlar böyle düşünüyordu."

"Söz konusu görev, artık resmi makam ve üniformaya sığınarak el altından yürütülemez. Açıkça ortaya çıkıp ulusun hakları adına yüksek sesle bağırmak ve bütün ulusun bu sese katılmasını sağlamak gerekir."

"İstanbul artık Anadolu'ya egemen değil, bağımlı olmak zorundadır."

"Efendiler, zavallı ulusumuzu tutsak etmek isteyen düşmanları kesinlikle yeneceğimize olan inanç ve güvenim bir dakika olsun sarsılmamıştır. Bu dakikada bu tam inancımı yüce kurulunuza, bütün ulusa ve bütün dünyaya karşı ilan ederim."

“Savunma çizgisi yoktur, savunma alanı vardır. O alan bütün yurttur. Yurdun her karış toprağı yurttaşın kanıyla ıslanmadıkça düşmana bırakılamaz." 

Hükumet kurulması konusunda bunları göz önünde tutmakla birlikte, asıl amacı koruyan önerimi yazılı olarak Meclise sundum. Kısa bir tartışma sonunda kabul edilen bu önergeye bakıldığında, temel ilkelerin şöylece yer aldığı görülür: 

1- Hükumet kurmak zorunludur. 
2- Geçici bir devlet başkanı ya da Padişah vekili ortaya çıkarmak uygun değildir.
3- Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin üstünde bir güç yoktur.

Not: Halife-padişah, baskı ve zorlamadan kurtulduğu zaman, Meclis'in düzenleyeceği yasal ilkeler içindeki yerini alır. 

Efendiler, bu ilkelere dayalı bir hükumetin niteliği kolaylıkla anlaşılabilir: bu, ulusal egemenlik temeline dayalı olan halk hükumetidir; Cumhuriyet'tir."

Bakanlar Kurulunun her gün temelsiz bir takım nedenlerle düzenli çalışmaktan alıkonulduğunu görünce, uygun zamanını beklediğim bir düşünceyi uygulamaya sıra geldiğini anladım. Kemalettin Sami ve Halit Paşa'ları akşam yemeğine çağırdım. İsmet Paşa ile Milli Savunma Bakanı Kâzım Paşa'ya ve Fethi Bey'e de benimle gelmelerini söyledim. Çankaya'da beni görmek için bekleyen Rize Milletvekili Fuat ve Afyon Milletvekili Ruşen Eşref Beyleri de yemeğe alıkoydum.

Yemek yenirken, "Efendiler, yarın Cumhuriyet ilân edeceğiz!" dedim."

Efendiler, yüzyıllardan beri doğuda haksızlığa ve kıyıma uğratılan ulusumuz, Türk ulusu, doğasından gelen niteliklerden yoksun sayılıyordu. Ulusumuz sahip olduğu nitelikleri ve değeri, hükumetin yeni adıyla uygarlık dünyasına daha kolay gösterebilecektir. Türkiye Cumhuriyeti, dünyadaki yerine yaraşır olduğunu başaracağı işlerle kanıtlayacaktır."

Saygı değer efendiler, günlerce zamanınızı alan uzun ve ayrıntılı sözlerim, en sonunda tarih olmuş bir dönemin öyküsüdür. Bunda ulusum için ve yarınki çocuklarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek kimi noktaları belirtebildiysem, kendimi mutlu sayacağım. 
Burada söylediklerimle, ulusal varlığı sona ermiş sayılan büyük bir ulusun bağımsızlığını nasıl kazandığını; bilim ve tekniğin en son ilkelerine dayalı ulusal ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım.

Bugün ulaştığımız sonuç, yüz yıllardan beri yaşanan ulusal yıkımların yarattığı bilincin ve bu sevgili yurdun her köşesini sulayan kanların karşılığıdır. Bu sonucu Türk gençliğine emanet ediyorum. 

Ey Türk Gençliği!

Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.

Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur! 

Mustafa Kemal Atatürk

20 Ekim 1927

ATANAME'DEN: Musul Türk’tür.


ATANAME'DEN: Musul Türk’tür. Türkiye devletinin millî sınırı dahilindedir. Bu gerçeği hiçbir şey değiştiremez. Musul vilayeti büyük petrol zenginlikleri ve bir stratejik set olması bakımından, bizim için esaslı bir öneme sahiptir. Buralarını anavatandan koparıp şuna buna hediye etmek hakkı kimseye ait olamaz. Avrupa’daki bütün ulusal sınırlar bugün stratejik değerlendirmeler üzerine kuruludur. Bizim aynı prensibi kabul etmemize neden engel olunsun? 

Gelecek kuşaklar şu sözlerimi bir vasiyetim bilsin: Tanrı nasip eder, ömrüm vefa ederse; Musul, Kerkük ve Adaları geri alacağım. Selanik de dahil, Batı Trakya'yı Türkiye sınırları içine katacağım. 


Kaynak: ATANAME/ Derge: Ülkeler, Yönelti: 28, 29.



ATANAME’DEN İLK MECLİS

ATANAME’DEN
İLK MECLİS

… İç isyan ateşi Ankara kapılarına kadar yaklaşmakta idi. Durumun ağırlığı, sorumluluğun büyüklüğü, insanı dehşete düşürücü bir mahiyette idi. Bunun üzerine şöyle düşündüm: Ortaya çıkan durumdan -hangi düşünceye dayanırsa dayansın- çekilmek iki şekilde yorumlanabilirdi. Birincisi,  tutulan işte ümitsizliğe düşmüş olmak, ikincisi tutulan işin sorumluluğunun ağırlığına tahammül edememek. Gerçekten bu gibi yanlış zanlar hem kutsal maksadı zarara uğratabilir, hem de bu maksat etrafında toplanan kuvvetleri dağıtırdı.

Dolayısıyla arkadaşlarımın içtenliğine, milletimin azim ve imanına, düşmanlarımızı er geç aczi itirafa mecbur edeceği hakkındaki kesin kanaatime ve Allah’ın yardımına dayanarak, eskisi gibi sonuna kadar millî mücadelemizin şahsıma yüklediği namus ve vicdan görevini yerine getirmekte devama karar verdim. Ve artık genel harekâtın yasal bir şekilde yürütülmesine başlama gününün daha ziyade ertelemeye de müsaadesi kalmadığından, 1920 yılı Nisan’ının 23’üncü günü Meclis’in açılması uygun görüldü.

İşte 23 Nisan cuma günü, öğleden sonra yaklaşık saat ikide Meclis binasının kapısından girerken, günlerden ve gecelerden beri bütün varlığımı işgal eden bu düşünce ve duygulara boğulmuş bulunuyordum. İçeriye girip Meclis salonunu dolduran milletvekillerinin güvenli ve itimatlı bakışlarla bana dönmüş olduklarını gördüğüm zaman, girişimlerimizin milletin emellerine bütünüyle uygun olduğunu bir kere daha anladım. Ve artık benimle fikir ve emelde ortak milletin fikir ve emelini temsil eden bu kadar arkadaşla birlikte çalışacağımdan dolayı büyük bir mutluluk duydum.

KAYNAK:

ATANAME/ Derge: Meclisi Mebusan, Yönelti: 11-1

Prof. Dr. Cihan Dura

3

Atatürk'ün sansürlenen mektubu

Atatürk'ün Sansürlenen Mektubu, Türk Tarih Kurumu’na yazdığı ve birkaç satırı hariç tam metni bugüne kadar hiç yayınlanmamış 21 sayfalık mektubun orijinali yer alıyor Atilla Oral'ın 2011 yılında yayınladığı kitapta. Atatürk'ün 1931 yılında Türk Tarih Kurumu Başkanı Tevfik Bıyıklıoğlu'na yazdığı 21 sayfalık sansürlenen mektubu ilk kez yayınlanmıştır. 

 Oral, mektubun bulunuş hikâyesini şöyle anlatıyor: “Beyoğlu Hazzopulo Pasajı’nda düzenlenen kitap ve fotoğraf müzayedelerinin birinde Türk Tarih Kurumu eski Genel Sekreteri Uluğ İğdemir’e ait çeşitli belgeler satışa çıktı. Bu belgeler içinde Atatürk’ün el yazısı mektup sayfalarının yıllar önce çoğaltılmış eski kopyaları da vardı. Belgeleri satın aldım. Dokümanları müzayedeye getiren sahaf arkadaşım belgelerin çöpten çıktığını söyledi.’’ İlk Yayınlanma Tarihi: 2011



"Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir! Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen gerçek, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır. Siz buna razı mısınız?

Sert tepkilerle dolu bir mektup [*] yazıyor Atatürk, Türk Tarih Kurumu'na gönderiyor Yalova'dan, o mektupta bu satırlar da var.


Kendisine sunulan tarih müsveddeleri içinde yer alan "İslam Tarihi" ve "İslam Tarihinde Türklerin Yeri" adlı bölümleri bilime ve gerçeklere aykırı, korkakça ve yüzyıllar boyunca yapıldığı biçimde saptırıcı bulmuş Atatürk.


O bölümleri yazan kişinin adı: Zakir Kadiri. El-Ezher mezunu. Yusuf Akçura'nun hemşehrisi, Kazanlı bir Türk.


Atatürk'ün mektubunda Kadiri hakkında sert ifadeler kullanılıyor:


"Camii Ezher kaçkınını bulan sizsiniz. Eseri diye Ankara'dan ayrıldığım son günde önüme koyduğunuz örümcek yazılı paçavraları okuduğum zaman derhal itirazımı serdetmiştim. Bunu nazarı dikkate alacağınızı vaat etmiştiniz! İncelemenizden geçtikten sonra bana verilen yazılar o kadar sersem ve cahil ve Camii Ezher kaçkını bu adamın mahsulü olduğunu gördüm..."

"İlim alanında vesveseli olmak, Mısır'ın Camii Ezher mezunlarına inanmaktan daha iyidir."

Atatürk, Kadiri'nin metinlerinde, "Çıplak ve çıfıt Araplığın" yüceltildiğini, İslam'dan önceki evrensel Türk uygarlığının belgelerinin Araplar tarafından yok edildiği gerçeğinin dillendirilmediği, Arap ordularında bulunan Türk kölelerin övünç nedeni gibi değerlendirildiğini de belirtiyor. Osmanlı sultanlarının halifelik unvanını almasını ise "maskaralık" olarak değerlendiriyor.

Atatürk'ün bu mektubu, Tarih Kurumu'nun belgeleri arasına konuyor, yazımın başına aldığım satırların "Siz buna razı mısınız?" bölümü kırpılıp Tarih Kurumu binasının giriş holüne yazılıyor. Mektup sansürleniyor sonraki yıllarda ve Atatürk'ün "Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir..." diye başlayan sözü hangi tarihte, hangi sebep ve bağlamda söylediği unutturuluyor... 


Sebep, o mektupta kullanılan bazı ifadeler... Atatürk'ün sakıncalı görmediği o ifadeleri Türk Tarih Kurumu'nun ileri gelenleri sakıncalı buluyorlar. Kim onlar? Uluğ İğdemir, Ekrem Akurgal, Enver Ziya Karal...

Ve yıllar sonra, Atilla Oral adlı yazar, çöpten çıkarılıp müzayedeye sunulan o mektubu satın alıyor ve "Atatürk'ün Sansürlenen Mektubu" (Demkar Yayınları) adıyla kitaplaştırıyor ve o mektuba sansürsüz olarak koyuyor bu kitaba.


Bu kitabı okuyunuz mutlaka, okuyunuz çünkü o sansürcü kafalar bugün de var, Atatürk'ün gerçek yönlerini yine gizlemeye uğraşıyorlar. Atatürk çok ve farklı kaynaklardan okunarak yeniden keşfedilir, doğru anlaşılır, yalnızca Nutuk okuyarak Atatürk öğrenilmez, Atatürk'e dair en az 50 adet kitabınız olmalı.


Atatürk'ten bugüne ve bu yazıya pek uyan iki özdeyişle bitirelim, çok ihtiyacımız var onlara:


"Birtakım şeyhlerin, dedelerin, seyyitlerin, çelebilerin, babaların, emirlerin arkasından sürüklenen ve falcılara, büyücülere, üfürükçülere, muskacılara talih ve hayatlarını emanet eden insanlardan mürekkep bir kütleye, medeni bir millet nazariyle bakılabilir mi?"

"Kabul ediyorum ki; insan imansız yaşayamaz; ama gene inanıyorum ki, Türkler tarihleri boyunca kutsal sayılan bütün inançlara saygı göstermişlerdir. Onun dini, özellikle şu veya bu din değildir, bütün dini inançlar onun için değerlidir."

Kaynak: Atatürk'ün sansürlenen mektubu... - Cazim GÜRBÜZ




Notlar:

Mustafa Kemal Atatürk'ün Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti'ne Yazdığı Mektubu

Atatürk'ün Türk Tarih Kurumu'na yazdığı mektupAraştırmacı yazar Atilla Oral, "Atatürk'ün Sansülenen Mektubu" adlı kitabında; Mustafa Kemal Atatürk'ün 16-17 Ağustos 1931 tarihinde Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti Yüksek Başkanlığı'na kendi el yazısıyla yazdığı 21 sayfalık mektubun orjinal halini ve günümüz Türkçe'sine çevrilmiş halini yayınlamıştır. Sayfamızda bu mektubun tamamına ulaşabilirsiniz.
Atatürk'ün Türk Tarih Kurumu'na yazdığı mektup

Tarihi Tetkik Cemiyeti Yüksek Başkanlığı'na

Mektubumuzda heyetinizin gözlemine çok şeyler arz olunduğunu zannederim. Bu görüşleri içeren mektup yazılıp zarfa konulduktan sonra çok önemli olduğu düşüncemizde bir defa daha beliren noktaları dikkatinize sunmayı önemli gördük. Son senelerde İstanbul’da yayınlanan gazetelerde Roman diye okuduğumuz bazı eserler vardır ki, bunlar şüphesiz yüksek heyetinizin gözleminden kaçmış değillerdir; Bu roman sayfaları bence gerçek tarih belgelerinin yorumudur; bu roman sayfalarında görülen şeyler yaklaşık şöyle açıklanabilir. Arabistan yarımadasının kumsal çöllerinden; (Ikre, Bismi, Rabbi) safsatasını esas tutmuş olan Araplar, uygar dünyada, bilhassa Türk zengin uygar bölgelerinde bu ilkel ve cahiliyet devrinin simgesi olan ilkeye dayanarak yapmadıkları tahrifat kalmamıştır. Bu zihniyetle hareket edenler İslam'dan önce Türk uygarlığının bütün belgelerini imha etmekte engel görmediler.

Yazacağınız İslam tarihinin de bu doğrultuda toplayabileceğiniz belgelere dayanarak açıklanmasını önemli görürüm.

Kudüs’ün teslim olunması için Patrik'inin koyduğu şart üzerine Kudüs önlerine gelen Halife Ömer'in kölesi ile ortaklaşa ve değişerek bir deveye binerek yol aldığını ve asıl kilise yakınına gelindiği zaman deveye binmek sırası köleye geldiğinden ötürü Ömer'in yürüyerek Arap ırkından başka ve yüksek ırklardan oluşan ordunun yüksek ve muhteşem huzurunda o ordunun kumandanlarına karşı yerden taş alarak atmak suretiyle gösterdiği çıplak ve çıfıt Araplık, malumunuzdur. Bunu artık Türk çocuklarına bir erdem gibi okutmakta ısrar gösteren notları göz önüne almalısınız.Bir hırka ve bir hurma hikayesi artık bir insanlık erdemi olarak gösterilmek felsefesi esas tutularak tarih yazılmamalıdır. Bunun gibi Arap ordularının bir çok esirlerinden bir köle sınıfı vücuda geldiğinden bahsedilirken bu kölelerin Türk çocukları olduğu dile getirilerek hangi taraf için ne anlamda bir övünme nedeni arandığı araştırılıp incelenmeden Türk tarihi içine konulmamalıdır.Şüphesiz Türkler için çok kahraman evlatlar, şu ve bu tarzda Arap halifelerinin sarayının içine hükümetinin teşkilatının ve Arap adına fetholunan birçok vilayet ve eyaletlerde bütün zaferleri sağ­layan kuvvetlerin kalbinin içine girmişlerdir. İlim, sanat ve bilhassa askerlik ve başkumandanlık mevkilerini elde etmişlerdir ve sonuç­ta Arap İmparatorluğu unvanını taşıyan bütün memleketlerde bi­rinci derecede güç ve hakimiyet sahibi olmuşlardır.En nihayet Muhammed'in Halifesi unvanını taşımak maskara­lığında bulunanları emir ve iradelerine boyun eğdirmişlerdir.

Eğer bunu yapmış olan insanlara köle demek uygunsa herkes bir şart dahilinde köleliği öğünerek kabul eder. Efendiye, sahibe, hakime köle demek ve esir, önemsiz, değersiz adamlara efendi de­mek, tarihin ifade etmemizi emrettiği bir gerçeklik midir?

Bu münasebetle yüksek heyetinizin başkanı bulunan size hatır­latırım ki, yeni dünya ufuklarına açacağınız yeni tarih semasında dikkatli olunuz. Sonradan uydurma bir eser meydana getirerek ardından pişman olmaktansa hiçbir eser meydana getirememek beceriksizliğini itiraf etmek daha iyidir.

Camii Ezher varlığı ve prensipleri, mevhum denecek kadar hiç olan İsa'yı yaratan apotrlar yetiştirmeye ne yazık ki kaynak olama­mıştır.

Halbuki biz tarih yazarken Apotr değil; bizzat fiiller ve hadise­ler sahibi arayan adamlarız. Eğer bunları bulamazsak meçhuliyeti ve bu noktada cehaletimizi itiraf etmekten çekinmeyelim. Apotr yaratmaya kalkışmayalım çocuğum! Bizim mesleğimiz bu değildir. Biz daima gerçeği arayan ve onu buldukça; ve bulduğumuza inan­dıkça ifadeye cesaret gösteren adamlar olmalıyız!

Batı'nın, herhangi dilinde yazılmış olursa olsun, gözünüzden mütalaanızdan geçmiş olması doğal bulunan tarih belgelerine dik­kat etmiyor musunuz? Yüksek heyetiniz üyeleri içinde bu belgeler­den görüşünü heyetiniz huzurunda söyleyenler az mıdır? Bu sözler o yalnız heyetinizin değil, bütün Türk milletinin ilgisini çekmeye layıktır! Bunu yalnız aranızda değil, bütün Türk milleti önünde be­lirtiniz! Bu büyük gerçeği bütün insanlığa tanıtınız! Kuruluş amacı­nızın büyük hedefi budur zannederim.

Her şeyden önce kendinizin dikkatle ve itina ile seçeceğiniz bel­gelere dayanınız! Bu belgeler üzerinde yapacağınız incelemede her şeyden ve herkesten önce kendi karar verme yetkinizi ve ince mil­li süzgecinizi kullanınız! Sizi büyük hedefe ancak bu görüşlerden, kıskanç olmak ulaştırabilir. Yoksa dünyanın bin bir şarlatanı ve bin bir milletin tarihşinas yaşayan sokak politikacısının ve bunları yük­sek ölçekte temsil eden Camii Ezher kaçkınının oyuncağı kılar.
Bana bu kadar çok söz söyleten nedeni açıklayayım:

Tarih yazmak tarih yapmak kadar mühimdir! Yazan, yapana sa­dık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır. Siz buna razı mısınız?
Türkiye'de yüksek başkanlığınızda ilk meydana getirilen Tarih Cemiyeti büyük dikkat uyanışını kullanarak şimdiye kadar bütün dünya milletleri içinde kurulmuş benzerlerini aşan bir konum ala­cağına emin olduğum Türk uygarlığının sevdalılarına hürmet ve muhabbetlerimi lütfen iletiniz.


Gazi M. Kemal

16/17.8.1931
(Yalı ova)

Atatürk'ün, Türk Tarih Kurumu'na yazdığı mektubun orjinal hali ve günümüz Türkçe'sine çevrilmiş halleri

Atatürk'ün kendi el yazısıyla Türk Tarih Kurumu'na yazdığı mektup  Atatürk'ün Türk Tarih Kurumu'na yazdığı mektubun günümüz Türkçe'sine çevrilmiş hali



kaynak: http://www.beycan.net/1140/mustafa-kemal-ataturkun-turk-tarihi-tetkik-cemiyetine-yazdigi-mektubu.html

.

Atatürk'ün Tarih hakkındaki sözleri

Tarih hayal ürünü olamaz. Tarih yazarken gerçek olayları bulmaya çalışmalıyız. Eğer bunları bulamazsak, bilinmezliği ve bu noktadan cahlliğimizii itiraf etmekten çekinmeyelim. Biz daima hakikat arayan ve buldukça, bulduğumuza ikna oldukça ifadeye cüret gösteren adamlar olmalıyız.

Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir. Yazan, yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanı şaşırtacak bir hâl alır. Büyük devletler kuran atalarımız büyük ve kapsamlı medeniyetlere de sahip olmuştur. Bunu aramak, tetkik etmek, Türklüğe ve cihana bildirmek bizler için bir borçtur. Türk çocuğu atalarını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.


Mustafa Kemal ATATÜRK


30 Ağustos Zafer Bayramımız Kutlu Olsun! - Bir Zaferin kadrini, kuvvetini ve pahasını ancak onu kazanmış olanlar bilir.

“Biz yeni bir Türkiye’nin, İngiltere, Fransa, Amerika ve İtalya kadar müstakil (özgür) bir Türkiye’nin vatandaşıyız.

Bu 1921 yılından bakıldığı zaman, imkansız bir Türkiye’dir. Bu Türkiye,  Mustafa Kemal’in eseridir.

Batmış bir devletin mezarı üstünde, onu batıran bütün kuvvetlere karşı milli bir kurtuluş hareketi olarak başlamış ve bu milletin medeniyetini ve hemen bütün müesseselerini değiştiren bir hareket olarak devam etmektedir.

Mustafa Kemal’in inkılaplarını yaptıktan sonra bir köşeye çekildiğini, zaferi istememiş ve ona inanmamış olanların hükümete geçerek, hem zaferi hem bütün inkılapları (devrimleri) tehlikeye koyduğunu tasavvur ediniz:

Zaferin kadrini, kuvvetini ve pahasını ancak onu kazanmış olanlar bilir.”

Falih Rıfkı Atay – 1931

30 Ağustos Zafer Bayramı Kutlu Olsun !

30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI KUTLU OLSUN!

"Hatırat defterini başkalarının yazıları ile doldurmaya heves etmektense, hayat defterini kendi faaliyet ve fazilet eserlerinle doldurmaya bak!

 Gazi Mustafa Kemal Atatürk

#Unutma




30 Ağustos Zafer Bayramı Kutlu Olsun !




Türkiye’nin “tapu senedi” Lozan Antlaşmasının 94. yıldönümünü kutluyoruz
























Türkiye’nin “tapu senedi” Lozan Antlaşmasının 94. yıldönümünü kutluyoruz. Lozan, Birinci Paylaşım Savaşını sonuçlarını ilan eden Sevr paçavrasını, üzerinden 3 yıl geçmeden yırtıp atan büyük bir diplomatik zaferdir. Ve bu anlamda tektir. Lozan Zaferinin 94. yılında, bu tarihi antlaşmayı bize armağan eden Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü başta olmak üzere kahramanlarımızı bir kez daha saygı ve minnetle anıyoruz. Lozan Antlaşması sonsuza kadar yaşayacaktır. 

Atatürk Sözleri


ATATÜRK'ÜN SÖZLERİ
● Bütün ümidim gençliktedir.
● Ey yükselen yeni nesil, istikbal sizindir. Cumhuriyet'i biz kurduk, O'nu yükseltecek ve sürdürecek sizlersiniz.
● Herkes ulusal görevini ve sorumluluğunu bilmeli, memleket meseleleri üzerinde o düşünceyle, düşünüp çalışmayı görev edinmelidir.  
● Kendiniz için değil, bağlı bulunduğunuz ulus için elbirliği ile çalışınız. Çalışmaların en yükseği budur.
● Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
● Bugün hepimize düşen ortak görev; ulusal değerlere, bilince, Cumhuriyet'e sahip çıkmak, Çanakkale'yi, Kurtuluş Savaşı'nı kazanan  ruhu korumak ve bu bilinci gelecek kuşaklara aktarmaktır. Türk Ulusu dili, kültürü, tarihi ve saygın kimliğiyle aydınlık yarınlara el ele güçlü biçimde yürüyecektir.
● Sizler, yani yeni Türkiye'nin genç evlatları! Yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz... Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler, asla ve asla yorulmazlar. Türk Gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir.
● Öğretmenler! Cumhuriyet sizden düşünceleri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister.
● "...bu ulusa ve ülkeye hizmet görevi bitmeyecektir."
● Türk Milleti yeni bir iman ve kesin bir milli azim ile yeni bir devlet kurmuştur bu devletin dayandığı esaslar "Tam Bağımsızlık" ve "Kayıtsız Şartsız Milli Egemenlikten ibarettir. Yeni Türkiye devletinin yapısının ruhu Milli Egemenliktir. Milletin Kayıtsız Şartsız Egemenliğidir...
● Hiçbir şeye ihtiyacımız yok, yalnız bir şeye ihtiyacımız vardır; çalışkan olmak!
● Biz büyük bir inkılap yaptık. Memleketi bir çağdan alıp yeni bir çağa götürdük.
● Devrimin amacını kavramış olanlar sürekli olarak onu koruma gücüne sahip olacaklardır.
● Ne mutlu Türküm diyene!
● Muallimler! Yeni nesli, Cumhuriyetin fedakâr öğretmen ve eğiticileri, sizler yetiştireceksiniz, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti, sizin maharetiniz ve fedakârlığınız derecesiyle mütenasip bulunacaktır.
● Ordularımızın kazandığı zafer, sizin ve sizin ordularınızın zaferi için yalnız zemin hazırladı... Gerçek zaferi siz kazanacak ve devam edeceksiniz ve mutlaka başarılı olacaksınız. 
● Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.
● "Türkiye Cumhuriyetinin, özellikle bugünkü gençliğine ve yetişmekte olan çocuklarına hitap ediyorum: Batı senden, Türk'ten çok geriydi. Manada, fikirde, tarihte bu böyleydi. Eğer bugün batı teknikte bir üstünlük gösteriyorsa, ey Türk Çocuğu, o kabahat da senin değil, senden öncekilerin affedilmez ihmalinin bir sonucudur. Şunu da söyleyeyim ki, çok zekisin! .. Bu belli. Fakat zekânı unut! .. Daima çalışkan ol..."
● Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğiticiden mahrum bir millet, henüz bir millet adını alma yeteneği kazanmamıştır.
● "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir..."
● "Cumhuriyeti kuranlar onu korumaya da muktedir olmalıdır."
● Tarihi yaşadığımız gibi yazdık, fakat geleceği cumhuriyete inananlara, onu koruyanlara ve yaşatacaklara emanet etmek lazımdır.
● Asıl önemli olan ve memleketi temelinden yıkan, halkını esir eden, içerdeki cephenin suskunluğudur.
● Benim Türk milletine, Türk cemiyetine, Türklüğün istikbaline ait ödevlerim bitmemiştir, siz onları tamamlayacaksınız. Siz de, sizden sonrakilere benim sözümü tekrar ediniz.
● İstiklal, istikbal, hürriyet, herşey adaletle kaimdir!
● Uluslar, egemenliklerini geçici bile olsa, bırakacağı meclislere dahi gereğinden fazla inanmamalı ve güvenmemelidir. Çünkü meclisler bile despotluk yapabilir ve bu despotluk bireysel despotluktan daha tehlikeli olabilir. Meclislerin öyle kararları olabilir ki, bu kararlar ulusun yaşamına giderilmesi olanaklı olmayan zararlar verebilir.
● Gençler cesaretimizi takviye ve idame eden sizlersiniz. Siz, almakta olduğunuz terbiye ve irfan ile insanlık ve medeniyetin, vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en kıymetli timsali olacaksınız. Yükselen yeni nesil, istikbal sizsiniz. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz.
● Öğretmenler! Cumhuriyet, fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek karakterli muhafızlar ister. Yeni nesli bu özellik ve kabiliyette yetiştirmek sizin elinizdedir.
● Öğretmen, yıllar sonra ödülünü alır.
● Öğretmen bir kandile benzer, kendini tüketerek başkalarına ışık verir.
● Söz konusu olan vatansa, gerisi teferruat.
● Yorulmadan beni takip edeceğinizi söylüyorsunuz. Fakat arkadaşlar, yorulmadan ne demek? Yorulmamak olur mu? Elbette yorulacaksınız. Benim sizden istediğim şey yorulmamak değil, yorulduğunuz zaman dahi durmadan yürümek, yorulduğunuz dakikada da dinlenmeden beni takip etmektir. Yorgunluk her insan, her mahlûk için tabii bir halettir, fakat insanda yorgunluğu yenebilecek mânevi bir kuvvet vardır ki, işte bu kuvvet yorulanları dinlendirmeden yürütür.
● Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar, mahvolur. Milletlerin esirliği üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkumdurlar.
● Cumhuriyet fikir serbestliği taraftarıdır. Samimi ve meşru olmak şartıyla her fikre saygı duyarız.
● Gerçi bize milliyetçi derler. Ama, biz öyle milliyetçileriz ki, işbirliği eden bütün milletlere hürmet ve riayet ederiz. Onların milliyetlerinin bütün icaplarını tanırız. Bizim milliyetçiliğimiz herhalde hodbince ve mağrurca bir milliyetçilik değildir.
● Öyle istiyorum ki, Türk Dili bilim yöntemleriyle kurallarını ortaya koysun ve her dalda yazı yazanlar, bütün terimleriyle çoğunluğun anlayabileceği güzel, ahenkli dilimizi kullansınlar.
● Okul, genç beyinlere insanlığa saygıyı, millet ve ülkeye sevgiyi, bağımsızlık onurunu öğretir.

● Okul sayesinde, okulun vereceği ilim ve fen sayesindedir ki, Türk milleti, Türk sanatı, Türk iktisadiyatı, Türk şiir ve edebiyatı bütün güzellikleriyle gelişir.
● Müspet bilimlerin temellerine dayanan, güzel sanatları seven, fikir terbiyesinde olduğu kadar beden terbiyesinde de kabiliyeti artmış ve yükselmiş olan erdemli, kudretli bir nesil yetiştirmek ana siyasetimizin açık dileğidir.
● Bilelim ki, milli benliğini bilmeyen milletler, başka milletlere yem olurlar.
● Milletlerin tarihinde bazı dönemler vardır ki, belli amaçlara erişebilmek için maddî ve manevî ne kadar kuvvet varsa hepsini bir araya toplamak ve aynı doğrultuya yöneltmek gerekir. Yakın yıllarda milletimiz, böyle bir toplanma ve birleşme hareketinin önemli sonuçlarını kavramıştır. Memleketin ve devrimin, içeriden ve dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı korunması için, bütün milliyetçi ve cumhuriyetçi kuvvetlerin bir yerde toplanması gerekir. Aynı cinsten olan kuvvetler, ortak amaç yolunda birleşmelidir.
● Birçok güçlükler ve engeller karşısında bulunduğumuzu biliyoruz. Bunların hepsini inceleme ile, gayret ve iman ile ve millet aşkının sarsılmaz kuvvetiyle birer birer çözüp sonuçlandıracağız. O millet aşkı ki, her şeye rağmen içimizde sönmez bir kuvvet, dayanıklılık ve ateş kaynağıdır.
● Bizim milletimiz vatanı için, özgürlüğü ve egemenliği için özverili bir halktır; bunu kanıtladı. Milletimiz, yaptığı devrimlerin kıskanç savunucusudur da. Benliğinde bu erdemler yerleşmiş bir milleti, yürümekte olduğu doğru yoldan hiçbir kimse, hiçbir kuvvet alıkoyamaz.
● Arkadaşlar! Devrimimiz Türkiye'nin yüzyıllar için mutluluğunu üstlenmiştir. Bize düşen onu kavrayarak ve takdir ederek çalışmaktır. 
● Adımlarını, attığımız uygarlık ve yenilik adımlarına uydurmak istemeyenler ne talihsizdirler! Bu gibiler hâlâ milleti aldatacaklarını ümit ediyorlarsa bu ümitleri, kendilerinin zarara uğramalarından başka bir sonuç vermeyeceğine şimdiden emin olabilirler. 
● Biz cahil dediğimiz zaman, mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz. Kastettiğimiz ilim, hakikati bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de hakikati gören gerçek alimler çıkabilir.
● Biz Türkler, bütün tarihimiz boyunca hürriyet ve istiklâle timsal olmuş bir milletiz.

● Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, istiklâlden mahrum bir millet, medenî insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye lâyık sayılamaz.
● Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben milletimin en büyük ve ecdadımın en değerli mirası olan bağımsızlık aşkı ile dolu bir adamım. Çocukluğumdan bugüne kadar ailevî, hususî ve resmî hayatımın her safhasını yakından bilenler bu aşkım malumdur. Bence bir millete şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın vücut ve beka bulabilmesi mutlaka o milletin özgürlük ve bağımsızlığına sahip olmasıyla kaimdir. Ben şahsen bu saydığım vasıflara, çok ehemmiyet veririm. Ve bu vasıfların kendimde mevcut olduğunu iddia edebilmek için milletimin de aynı vasıfları taşımasını esas şart bilirim. Ben yaşabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı kalmalıyım. Bu sebeple milli bağımsızlık bence bir hayat meselesidir. Millet ve memleketin menfaatleri icap ettirirse, insanlığı teşkil eden milletlerden her biriyle medeniyet icabı olan dostluk ve siyaset münasebetlerini büyük bir hassasiyetle takdir ederim. Ancak, benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin, bu arzusundan vazgeçinceye kadar, amansız düşmanıyım.
● Yurtta sulh, cihanda sulh.
● Türk milletinin istidadı ve kati kararı medeniyet yolunda durmadan, yılmadan ilerlemektir.
● Türk milletinin karakter ve adetlerine en uygun olan idare, cumhuriyet idaresidir.
● Yeni kuşak, en büyük cumhuriyetçilik dersini bugünkü öğretmenler topluluğundan ve onların yetiştirecekleri öğretmenlerden alacaktır.
● Milli mücadelelere şahsî hırs değil, milli ideal, milli onur sebep olmuştur.
● Bir millet eğitim ordusuna sahip olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin kalıcı sonuçlar vermesi ancak eğitim ordusuyla mümkündür.
● Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması, milli hissin gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki, bu dil şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.

● Bir dinin tabii olması için akla, fenne, ilme ve mantığa uygun olması lazımdır.
● Her fert istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine mahsus siyasi bir fikre sahip olmak, seçtiği bir dinin icaplarını yapmak veya yapmamak hak ve hürriyetine sahiptir. Kimsenin fikrine ve vicdanına hakim olunamaz.

● Türk Milletinin istidadı ve kesin kararı medeniyet yolunda, durmadan, yılmadan ilerlemektir.

● Medeni olmayan insanlar, medeni olanların ayakları altında kalmaya mahkumdurlar.
● Büyük dinimiz çalışmayanın insanlıkla hiç ilgisi olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler çağdaş olmayı kâfir olmak sayıyorlar. Asıl küfür onların bu zannıdır. Bu yanlış tefsiri yapanların maksadı İslâmların kâfirlere esir olmasını istemek değil de nedir? Her sarıklıyı hoca sanmayın, hoca olmak sarıkla değil, dimağladır.

● Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır.

● Medeniyetin emir ve talep ettiğini yapmak insan olmak için yeterlidir.

● Biz dünya medeniyeti ailesi içinde bulunuyoruz. Medeniyetin bütün icaplarını tatbik edeceğiz.
● Dünyanın her tarafından öğretmenler insan topluluğunun en fedakâr ve muhterem unsurlarıdır.

● Bizim devlet idaresinde takip ettiğimiz prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.

● Milletimiz her güçlük ve zorluk karşısında, durmadan ilerlemekte ve yükselmektedir. Büyük Türk Milletinin bu yoldaki hızını, her vasıtayla arttırmaya çalışmak, bizim hepimizin en kutlu vazifemizdir.

● İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan mürekkeptir. Kabil midir ki, bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünlüğü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki, bir cismin yarısı toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin?

● Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın.
● Kadınlarımız için asıl mücadele alanı, asıl zafer kazanılması gereken alan, biçim ve kılıkta başarıdan çok, ışıkla, bilgi ve kültürle, gerçek faziletle süslenip donanmaktır. Ben muhterem hanımlarımızın Avrupa kadınlarının aşağısında kalmayacak, aksine pek çok yönden onların üstüne çıkacak şekilde ışıkla, bilgi ve kültürle donanacaklarından asla şüphe etmeyen ve buna kesinlikle emin olanlardanım.
● Anaların bugünkü evlatlarına vereceği terbiye eski devirlerdeki gibi basit değildir. Bugünün anaları için gerekli vasıfları taşıyan evlat yetiştirmek, evlatlarını bugünkü hayat için faal bir uzuv haline koymak pek çok yüksek vasıflar taşımalarına bağlıdır. Onun için kadınlarımız, hattâ erkeklerimizden çok aydın, daha çok feyizli, daha fazla bilgili olmaya mecburdurlar; eğer hakikaten milletin anası olmak istiyorlarsa.

● Ben icap ettiği zaman en büyük hediyem olmak üzere, Türk Milletine canımı vereceğim.
● Çalışmak demek, boşuna yorulmak, terlemek değildir. Zamanın gereklerine göre bilim ve teknik ve her türlü uygar buluşlardan azami derecede istifade etmek zorunludur.
● Hiçbir zafer amaç değildir. Zafer, ancak kendisinden daha büyük bir amacı elde etmek için belli başlı bir vasıtadır.

● Zafer, bir fikrin istihsâline (elde edilmesine) hizmeti nispetinde kıymet (değer) ifade eder. Bir fikrin istihsâline dayanmayan bir zafer pâyidar olamaz (yaşayamaz). O, boş bir gayrettir.

● Her büyük meydan muharebesinden, her büyük zaferin kazanılmasından sonra yeni bir âlem (dünya) doğmalıdır, doğar. Yoksa başlı başına bir zafer, boşa gitmiş bir gayret olur.
● Türkiye'nin asıl sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan köylüdür. O halde, herkesten daha çok refah, saadet ve servete müstahak ve layık olan köylüdür. Onun için, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin iktisadi siyaseti bu aslî gayeye erişmek maksadını güder.
● Basın milletin müşterek sesidir. Başlıbaşına bir kuvvet, bir okul, bir öncüdür.
● Ekonomik kalkınma, Türkiye'nin hür, müstakil, daima daha kuvvetli, daima daha refahlı Türkiye idealinin belkemiğidir.
● Tam bağımsızlık, ancak ekonomik bağımsızlıkla mümkündür.
● Hürriyet olmayan bir memlekette ölüm ve çöküş vardır. Her ilerleyişin ve kurtuluşun anası hürriyettir.
● Biz kimsenin düşmanı değiliz. Yalnız insanlığın düşmanı olanların düşmanıyız.
● Tarih bir milletin kanını, varlığını hiçbir zaman inkar edemez.
● Adalet gücü bağımsız olmayan bir milletin, devlet halinde varlığı kabul olunamaz.
● Millete efendilik yoktur. Hizmet vardır. Bu millete hizmet eden onun efendisi olur.
● Biz barış istiyoruz dediğimiz zaman tam bağımsızlık dediğimizi herkesin anlaması gerekir.
● Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.  
● Tüketici yaşamak iyi değildir. Üretici olalım.
● Siyasi, askeri zaferler ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazlarsa meydana gelen zaferler devamlı olamaz, az zamanda söner.
● Memleket mutlaka modern medeni ve yeni olacaktır. Bizim için bu hayat davasıdır.
● Yeni Türkiye Devleti temellerini süngüyle değil, süngünün de dayandığı ekonomi ile kuracaktır. Yeni Türkiye Devleti cihangir bir devlet olmayacaktır. Fakat yeni Türkiye Devleti bir ekonomi devleti olacaktır.
● Bir millet ki resim yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz, bir millet ki tekniğin gerektirdiği şeyleri yapmaz, itiraf etmeli ki o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur.
● Devrim yasası, eldeki yasaların üstündedir. Bizi öldürmedikçe, bizim kafalarımızdaki akımı boğmadıkça, başladığımız devrim ve yenilik bir an bile durmayacaktır. Bizden sonraki dönemlerde de böyle olacaktır.
● Büyük başarılar, değerli anaların yetiştirdikleri seçkin çocukların yardımıyla meydana gelir.
● Toplumdaki başarısızlığın sebebi, kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ihmal ve kusurdan doğmaktadır.
● Bu memleket dünyanın beklemediği, asla umut etmediği ayrıcalıklı bir varoluşa sahne oldu. Bu sahne en az 7 bin senelik bir Türk beşiğidir. Beşik doğanın rüzgarıyla sallandı; beşiğin içindeki çocuk doğanın yağmurlarıyla yıkandı, o çocuk doğanın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu sonra onlara alıştı; Onların oğlu oldu. Bir gün o doğa çocuğu, Doğa oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu... Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.
● Dünyada herşey için, medeniyet için, hayat için, başarı için, en hakiki mürşit bilimdir, fendir.  
● Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılapların amacı, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağımıza uygun ve bütün mana ve biçimiyle uygar bir toplum haline değiştirmektir.
● Bütün dünya bilsin ki, benim için bir yandaşlık vardır: Cumhuriyet yandaşlığı, düşünsel ve toplumsal devrim yandaşlığı. Bu noktada yeni Türkiye topluluğunda, bir bireyi bunun dışında düşünmek istemiyorum.
● Savaş zaruri ve hayati olmalıdır. Milletin hayatı tehlikeye maruz kalmadıkça savaş bir cinayettir.
● Gençliği yetiştiriniz. Onlara ilim ve irfanın müspet fikirlerini veriniz. Geleceğin aydınlığına onlarla kavuşacaksınız. 

● Bombasırtı olayı (14 Mayıs 1915) çok önemli ve Dünya savaş tarihinde eşine rastlanması mümkün olmayan bir olaydır. Karşılıklı siperler arası 8 metre, yani ölüm kesin. Birinci siperdekilerin hepsi kurtulmamacasına düşüyor. İkinci siperdekiler yıldırım gibi onların yerlerine gidiyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğuk kanlılıkla biliyor musunuz? Bomba, şarapnel, kurşun yağmuru altında öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor ve en ufak bir çekinme bile göstermiyor. Sarsılma yok. Okuma bilenler Kur' an-ı Kerim okuyor ve cennete gitmeye hazırlanıyor. Bilmeyenlerse Kelime-i şahadet getiriyor ve ezan okuyarak yürüyorlar. Sıcak cehennem gibi kaynıyor. İşte bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren dünyanın hiçbir askerinde bulunmayan tebrike değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale savaşlarını kazandıran bu yüksek ruhtur.  

● Tam bağımsızlık, ancak mali bağımsızlık ile mümkündür. Bir devletin maliyesi bağımsızlıktan yoksun olunca, o devletin bütün hayat ışıklarında bağımsızlık felç olur. 

● Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye muhalif değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasde ve fiile dayanan taassupkâr hareketlerden sakınıyoruz.

● Süngülerle, silahlarla ve kanla kazandığımız askeri zaferlerden sonra, kültür, bilim, fen ve ekonomi alanlarında da zaferler kazanmaya devam edeceğiz.

● Zafer, "Zafer benimdir" diyebilenindir. Başarı ise, "Başaracağım" diye başlayarak sonunda "Başardım" diyebilenindir.

● Egemenlik verilmez, alınır.

● Türk Milleti bağımsız yaşamış ve bağımsızlığı varolmalarının yegane koşulu olarak kabul etmiş cesur insanların torunlarıdır. Bu millet hiçbir zaman hür olmadan yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır.

● Milletimiz davranışlarında ve gayretlerinde sarsılmaz bir bütünlük gösterdiği için başarılı olmuştur.

● Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, istiklâlden mahrum bir millet, medenî insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye lâyık sayılamaz.

● Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar, mahvolur. Milletlerin esirliği üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkumdurlar.

● Bu millete çok şey öğretebildim ama onlara uşak olmayı bir türlü öğretemedim.

● Milli mücadelelere şahsî hırs değil, milli ideal, milli onur sebep olmuştur.

● "Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir... Türk milleti milli birlik ve beraberlik içerisinde güçlükleri yenmesini bilmiştir… Türk milletinin tarihi bir niteliği de güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır..."

● "Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki gelişmesi ile geleceğin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır."

● "Türk’ün haysiyeti, onuru ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür."

● "Türk milleti güzel her şeyi her medeni şeyi, her yüksek şeyi sever, takdir eder. Fakat muhakkaktır ki, her şeyin üstünde taktir ettiği bir şey varsa o da kahramanlıktır."

● "Bizim milletimiz, vatanı için, hürriyeti ve egemenliği için fedakar bir halktır."

● "Türk esirlik kabul etmeyen bir millettir."

● "Bizim başka milletlerden hiç bir eksiğimiz yok. Cesuruz, zekiyiz, çalışkanız, Yüksek amaçlar uğrunda ölmesini biliriz."

● "Büyük şeyleri büyük milletler yapar."

● "Türk milletinin son yıllarda gösterdiği harikaların yaptığı siyasi ve sosyal inkılapların gerçek sahibi kendisidir. Milletimizde bu kabiliyet ve tekamül var olmasaydı, onu yaratmaya hiçbir kuvvet ve kudret yeterli olamazdı."

● "Bu millet kılı kıpırdamadan dava uğruna canını vermeye razı olmasaydı ben hiç birşey yapamazdım."

● "Giriştiğimiz büyük işlerde, milletimizin yüksek kabiliyet ve yüksek sağduyusu başlıca rehberimiz ve başarı kaynağımız olmuştur."

● "Türk kuvvet ve zekasının yenmediği ve yenemeyeceği güçlük yoktur."

● "Benim hayatta yegane fahrim, servetim Türklükten başka bir şey değildir."

● "Gerektiğinde vatan için bir tek fert gibi yekpare azim ve karar ile çalışmasını bilen bir millet elbette büyük bir geleceğe layık ve aday olan bir millettir."

● İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal... İkinci Mustafa Kemal, onu "ben" kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, bizdir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil ediyorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur!

● "Bir milletin başarısı, mutlaka bütün milli güçlerin bir istikamette oluşmasıyla mümkündür. Bu nedenle bilelim ki, elde ettiğimiz başarı, milletin güç birliği etmesinden, ortak hareket etmesinden ileri gelmiştir. Eğer aynı başarı ve zaferleri gelecekte de tekrarlamak istiyorsak, ayni esasa dayanalım ve aynı şekilde yürüyelim."

● "Öğretmenler; Cumhuriyetin fedakar öğretmen ve eğitimcileri, yeni nesli sizler yetiştireceksiniz. Ve yeni nesil sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti, sizin beceriniz ve fedakarlığınızın derecesiyle orantılı olacaktır. Cumhuriyet; fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek karakterli koruyucular ister. Yeni nesli, bu özellik ve kabiliyette yetiştirmek sizin elinizdedir... Sizin başarınız Cumhuriyetin başarısı olacaktır."

● "Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeterlidir."

● "Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır."



ATATÜRK'ÜN TÜRK GENÇLİĞİNE HİTABESİ
NUTUK (Söylev) - Ankara, 20 Ekim 1927
Mustafa Kemal Atatürk tarafından 20 Ekim 1927 tarihinde Nutuk'un sonunda Türk Gençliği'ne yönelik yaptığı konuşmadır (Seslenişi). Nutuk, Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı'nı anlattığı 15 - 20 Ekim 1927 tarihlerinde Cumhuriyet Halk Partisi 2. Kongresinde otuz altı buçuk saat süren tarihi konuşmasıdır.
Türk Gençliğine Bıraktığımız Kutsal Armağan
Saygıdeğer baylar, sizi, günlerce işlerinizden alıkoyan uzun ve ayrıntılı sözlerim, en sonu tarihe mal olmuş bir dönemin öyküsüdür. Bunda, ulusum için ve yarınki çocuklarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek kimi noktaları belirtebilmiş isem kendimi mutlu sayacağım
Baylar, bu söylevimle, ulusal varlığı sona ermiş sayılan büyük bir ulusun, bağımsızlığını nasıl kazandığını; bilim ve tekniğin en son ilkelerine dayanan ulusal ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım.
Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen ulusal yıkımların yarattığı uyanıklığın ve bu sevgili yurdun her köşesini sulayan kanların karşılığıdır.
Bu sonucu, Türk gençliğine kutsal bir armağan olarak bırakıyorum.  
Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni, bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahili ve harici, bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklal ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkan ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkan ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklal ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakru zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evladı!
İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen; Türk İstiklal ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!
                                                                                                MUSTAFA KEMAL ATATÜRK - 20 Ekim 1927



ATATÜRK İÇİN NE DEDİLER
Tıklayınız
ATATÜRK'E MEKTUPLARTıklayınızYABANCI  PULLARDA  ATATÜRKTıklayınız


BAĞIMSIZLIK BİLDİRİMİZ AMASYA GENELGESİNİN 98.YILDÖNÜMÜ (21-22 HAZİRAN)

AMASYA GENELGESİ


( 22 HAZİRAN 1919 )




Genelgenin esasları : 




Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir.

* Kurtuluş Savaşının gerekçesi açıklanmıştır.

İstanbul'daki hükümet üzerine aldığı sorumluluğun gereklerini yerine getirememektedir. Bu durum milletimizi yok olmuş gibi göstermektedir.

* İstanbul hükümetine tepki ve tanınmaması.

Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.

* İlk defa Ulusal Egemenlik anlayışı var.
* İlk defa yönetim şeklini değiştirme amacı var.

* Ulusal bağımsızlığı milletle sağlama düşüncesi var.

Milletin durumunu ve davranışını gözönünde tutmak ve haklarını dile getirip bütün dünyaya duyurmak için her türlü etki ve denetimden kurtulmuş milli bir kurulun varlığı çok gereklidir.

* Ulusal Parlamento düşüncesi var.

Anadolu'nun her yönden en güvenli yeri olan Sivas'ta milli bir kongrenin toplanması kararlaştırılmıştır.

Bunun için bütün illerin her sancağından ; milletin güvenini kazanmış üç delegenin olabildiğince çabuk yetişmek üzere hemen yola çıkarılması gerekmektedir.

Her ihtimale karşı bu iş milli bir sır gibi tutulmalı ve delegeler gereken yerlere kimliklerini gizleyerek gelmelidirler.

Dikkat: * Kongrenin ve delegelerin güvenliğini sağlama amacı var.

Doğu illeri adına Erzurum'da bir kongre toplanacaktır. O güne kadar diğer il delegeleri de Sivas'a ulaşabilirse Erzurum kongresinin üyeleri de Sivas'ta yapılacak genel toplantıya katılmak üzere yola çıkarlar.

Genelgenin yayınlanmasından sonra Sivas'ta yapılacak kongreye katılmak amacıyla Yurdun her yerinde seçimler yapılmaya başladı. İtilaf devletleri Anadolu'daki gelişmelerden rahatsız olarak İstanbul Hükümeti üzerine M.Kemal'in geri getirilmesi için baskıda bulunmaya başladılar. İstanbul hükümeti Valilere gizli bir yazıyla M.Kemal'in emirlerine uyulmamasını istedi. Ancak M.Kemal çalışmalarına devam etti.

ÖNEMİ :

Kurtuluş savaşının amacını, gerekçesini ve yöntemini belirtir.

Milli Egemenliğe gidişin ilk adımıdır. ( Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır. )

Mevcut hükümet tanınmadığından dolayı Anadolu İhtilali Amasya Genelgesiyle başlar.

Not : Amasya Genelgesi M.Kemal, Rauf Bey, Refet Bey, Ali Fuat Paşa tarafından imzalanmış, Erzurum'da bulunan Kazım Karabekir tarafından da onaylanmıştır.