CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR

Atatürk'ün hedeflerinden biri de Müzik Devrimi'ydi

Müzik; "Yurtta barış, dünyada barış" özleminin gerçekleşmesine hizmet eden evrensel bir dil

Atatürk, müziğin yalnızca ulusal bilincin ve bireysel duyguların gelişmesine değil, "Yurtta barış, dünyada barış" özleminin gerçekleşmesine hizmet eden evrensel bir dil olduğunu söylüyordu. Bunun için Türk ulusunun
müzik geleneğinin ve birikiminin Batı"nın çağdaş müzik ölçüleriyle geliştirilmesi için gerekli adımları atmıştı...

Zübeyde Hanım, eşi öldükten sonra çocuklarıyla birlikte kardeşinin kahya olarak çalıştığı çiftliğe yerleşmişti. Çocuklarının güvende olduğunu ve doğayla iç içe yaşadığını görmek ona acılarını unutturuyordu.

Oğlu Mustafa’yı bir gün, elinde bir sopa, çekiç, testere ve çivilerle uğraşırken gördü. Akşama doğru kızı Makbule’den, kardeşinin yanına gidip, onun neyle uğraştığını anlamasını istedi. Makbule, Mustafa’nın yanına geldiğinde; onun ne yaptığını gördü; ama bu gördüğünden hiçbir şey anlamadı.

“Nedir bu yaptığın şey, Mustafa?” dedi.

Mustafa’nın gözleri heyecan la parlıyordu.

“Bir tambur yapıyorum, abla” dedi. “Neredeyse bitti; ama yalnızca telleri eksik.”

Akşam olup aile biraraya toplandığında telsiz tambur, herkesin ilgi odağı olmuştu. Dayısı, Mustafa’nın yaptığı tamburu dikkatle inceledi. Yeğeninin el becerisinden hoşnut kalmıştı. Onun bu uğraşısına kendi de bir katkıda bulunmak istedi:

“Telleri de benden” dedi. “Hafta sonu Selanik’e ineceğim; sana tel getiririm, sonra da sen çalarsın, biz dinleriz.”

Dayısı hafta sonu verdiği sözü tuttu, tambur tellerini getirdi. Mustafa büyük bir heyecanla ve özenle telleri taktı, tamburunu tamamladı.

“Şimdi sıra bunu çalıp, bize bir türkü söylemene geldi” diye tutturdu çevresindekiler.

Mustafa elinde tuttuğu tamburu onlara doğru uzattı ve kararını bildirdi:

“Ben bu tamburu türkü söylemek, sizleri eğlendirmek için yapmadım” dedi. “Babamın dilinden düşmeyen, yurdunu savunmaya giderken söylediği Osman Paşa Marşı’nı çalmak için yaptım ben bunu...”

Çocukluğundan buyana Mustafa’nın yaşamında müziğin her zaman vazgeçilmez bir yeri vardı. İlerideki yıllarda “Yaşamda müzik gerekli midir?” sorusuna verdiği şu yanıtı da, yaşamında müziğe verdiği değeri en kısa ve öz biçimde açıklıyordu:

“Yaşamda müzik gerekli değildir; çünkü yaşamın kendi bir müziktir” diyordu. “Müziksiz bir yaşam, zaten var olmayan bir yaşam demektir. Müzik, yaşamın neşe, ruh ve sevinçten oluşan bölümünün adıdır.”

Mustafa Kemal, kendi yaşamının müziğini her zaman canlı tutmaya özen göstermesi yanısıra aynı özeni, ulusun yapısında da göstermiştir.

Müziği, devrimler zincirinin halkalarından biri yaparak, ulusun bireylerinin özgür ve çağdaş bir biçimde yetiştirilmesinde müziğe önemli bir yer vermiştir.

Onun hedeflerinden biri de “Müzik Devrimi”ydi. Almanya’nın “Vossische Zeitung” gazetesi muhabirinin, “Müzik Devrimi” konusunda kendisine sorusunu şöyle yanıtlamıştı:

“Montesquieu’nün ‘Bir ulusun müzik konusundaki eğilimine önem verilmezse o ulusu ilerletmek olanaksızdır’ sözünü okudum, onaylarım” demişti. “O nedenle müzik konusuna pek çok özen gösterdiğimi görüyorsunuz...”

Onun bu yanıtı üzerine gazetecinin, “Biz Batılılar’a göre, Doğu’nun anlayamadığımız bir sanatı varsa o da müziğidir” demesine ise Mustafa Kemal şöyle karşılık vermişti:

“Bunlar hep Bizans’tan kalma şeylerdir” demişti. “Bizim gerçek müziğimiz Anadolu halkından dinlenebilir.”

Gazeteci, Atatürk’ün bu sorunu nasıl çözmek istediğini öğrenmek istedi:

“Peki, bunların işlenmesi, geliştirilmesi yoluyla ilerleme sağlanması olanaksız mıdır?” diye sordu.

Atatürk bu soruya başka bir soruyla yanıt verdi:

“Batı müziği bugünkü durumuna gelinceye değin ne kadar zaman geçti?”

Gazeteci, “Yaklaşık olarak dört yüzyıl kadar” diyerek yanıt verdi.

Atatürk kaldığı yerden sürdürdü sözlerini:

“Bizim bu denli uzun süre bekleyecek durumumuz yoktur” dedi. “Bu nedenle Batı müziğini alıyoruz, onun birikimlerinden yararlanıyoruz, bunu siz de görüyorsunuz...”

Cumhuriyetin kurulmasından sonra Türkiye’yi çağdaş bir ülke yapmak için gereken dönüşümler günü geldikçe birer birer gerçekleştiriliyordu. Atatürk sıranın müziğe de geleceğini, bu sorunu da çözmek için harekete geçmek gerektiğini biliyordu. Kaybedecek zaman yoktu. TBMM’deki bir konuşmasında bir gün bunu açık bir dille milletvekillerine de anlattı:

“Arkadaşlar, güzel sanatların her alanında, ulus gençliğinin ne yönde ilerletilmesini istediğinizi bilirim” dedi. “Ancak bu konuda en çabuk ve en önde götürülmesi gerekli olan Türk müziğidir. Bir ulusun yeniliğe açık olmasının, bu konuda ne kadar yetkin olduğunun ölçüsü müzikteki değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir. Ulusal, ince duyguları ve düşünceleri anlatan yüksek deyişleri toplamak onları bir an önce müziğin genel kurallarına ve gelmiş olduğu son aşamaya göre işlemek gerekir. Ancak bu yoldan Türk müziği yükselebilir, evrensel müzik içinde yerini alabilir.”

Atatürk, müziğin bir ulusun yalnızca duygularını, ince düşüncesini, anılarını yansıtan güç değil, “Yurtta barış, dünyada barış” özleminin gerçekleşmesinde, ulusları birbirine yaklaştıran ve kaynaştıran evrensel bir dil olduğunu da biliyordu. Her fırsatta bu gerçeğe dikkat çekiyordu. Örneğin, İstanbul’da yapılan Balkan Festivali sırasında bunun altını bir kez daha çizmişti:

“Siz Balkanlı kardeşlerim, ülkeme, onu kendi evleri gibi bilerek gelmiş olmanızdan çok mutluyum. Ben Türk çocuğu, siz Balkanlılar’ı seviyorum. Siz de beni seviyorsunuz değil mi? Ben, işte kollarımı açıyorum size. Siz de bana göğsünüzü açık bulundurunuz. Biz biriz. Bunu önce bu temiz davranışımızla birbirimize, sonra tüm dünyaya gösterelim. Bayanlar, baylar, dans ediyorsunuz, müzik dinliyorsunuz. Ben bu konuda sadece dikkatinizi insanlığın bubüyük gerçeğine çekmek istiyorum. Hareket ve etkinlik, işte bu iki şey insanlığın uygarlık yaşamında çok büyük etkendir. Dans ve müziğin başta geldiği yadsınamaz. Dans ve bunu harekete geçiren müzik, işte bunlar uygar insanlığın en büyük damgası...”

Atatürk müziğe önem verdiği denli sanatçılara da hak ettikleri değeri veren biriydi. Sık sık konuk ettiği sanatçıları onurlandırırdı. Bu konunun tanıklarından üstat Münir Nureddin Selçuk bu konuda şunları söylemişti:

“Büyüklüğüne sınır olmayan Atatürk’e ilişkin anılarım çoktur. Ancak bunlar arasında bir sanatçı olarak beni son derece duygulandıran ve ömrüm boyunca asla unutamayacağım anı şudur:


‘Sık sık yapılan musiki toplantılarından birindeydi. Atatürk alışıla geldiği gibi sevdiği şarkıları söyleterek zevkle dinlerken, belki de konukların bazılarının ilgisiz gibi görünüşlerine dikkat çekerek musiki tarihimize altın harflerle yazılması gereken şu sözleri söyledi: “Beyler, içinizden herhangi biriniz günün birinde ya sevki tesadüf ya da hakiki liyakatla yüksek aşamalara varıp milletvekili, müsteşar, başbakan, hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz. Fakat sanatçı olamazsınız.’”

Ünlü biyografi yazarı Alman Emil Ludwig, 1934 yılında Atatürk’ün yaşamını yazmak için Ankara’ya gelmişti. O günlerde çok ünlü bir piyanist, bir virtüöz olan Polonya Cumhurbaşkanı Ignas Jan Paderavsky’nin yaşamını da yazıyordu. Atatürk kendisini kabul ettiğinde, önce bedensel özelliklerini uzun uzun incelemesi Genel Sekreter Hikmet Bayur’un dikkatini çekmişti. Atatürk’ün geçmişi üzerine bilgiler edindikten sonra Hikmet Bayur’a Atatürk’ün musiki ve özellikle keman, piyanoyla ilgisinin olup olmadığını sordu. Bayur’un bu soru üzerine şaşkınlığını görünce de, “Açıklayayım” dedi. “Atatürk’ün parmakları daha çok bu müzik aletleriyle ilgisi olanların açık özelliklerini taşıyor. Örneğin Paderavsky’ninki böyledir. Sizden rica edeceğim. Bana bir elinin parmaklarını bir kağıda çizer, verir misiniz?”

Atatürk, Alman yazarın bu isteği karşısında hafifçe gülümsedi. Her zamanki gibi nazik evsahibi tutumu ile E. Ludwig’in bu isteğini yerine getirdi; fakat tarihçinin yanlış bir yargıda bulunmaması için şu açıklamayı yaptı:

“Bana, ailemde zafer kazanmış büyük kumandanlar olup olmadığını sormuştunuz. Size ‘Yoktur’ yanıtını vermiştim. Şimdi ‘Ömrü savaş meydanlarında geçmiş bir askerde bu parmaklar nasıl olur?’ diye yadırgadığınızı seziyor gibiyim.


“Size kestirmeden bir açıklama yapacağım. Eğer, bende bazı olağanüstülükler görüyor ve buluyorsanız bunları sadece ve yalnız Türk olmama, Türklüğüme bağışlayınız. Bu ülkenin bütün insanları temelde benzer yapı içindedir. Hatta kusurlarımızda bile... Biz bu aynı kaynağın kök sağlamlığı ile milliyet ve devlet yapısını korumuş sayılı uluslardanız. Sadece ben değil, tarihtebu büyük ulusa kendi alanlarında hizmet edebilmiş kim varsa, hepsinin ilham kaynağı aynıdır.”

Atatürk, “Müzik Devrimi”ni gerçekleştirmek için Türk Rönesansı’nın yollarını açtı, müzik kurumlarının temelini attı. Yok olmanın eşiğindeki müziğin kayıt altına alınmasını, derleme çalışmalarını başlattı. Yetenekli çocukların elinden tutulmasını sağladı. “Şark Bülbülü” dediği Celal Güzelses’ten yöre türkülerini, çocukluğunda dinlediği yakıcı Rumeli türkülerini, Klasik Batı müziğini ve seçkin opera parçalarını büyük bir zevkle dinlerdi.

Atatürk pek çok konuda başka adlar altında düşüncelerini yazdı. Ölümünün birinci yıldönümünde 10 Kasım 1939 günü “Ulus” gazetesinde Kemal Ünal adıyla yayınlanan yazı onun müzik konusundaki vasiyetiydi:

“Eski müziği, Batı müziğine üstün çıkarmak için çalışanlar bir küçük gerçeği ayırt edemez görünüyorlar. Bu gerçeği kısaca dile getirmek gerekirse, diyebiliriz ki bütün bu canlandırma işinde ele alınan müzik parçaları Türkler’in herhangi bir ayinde, şenlikte bütün maddi ve duygusal yeteneklerini yüksek derecede kullanarak oynamalarına yarayan nağmelerdir. Bu türden olan müziği bugünün dans parçaları gibi saymakta hata yoktur. Ancak bugünkü Türk kafası müziği düşündüğü zaman yüksek duygularımızı, yaşam deneyimlerimizi ve anılarımızı dile getiren bir müzik istiyoruz. Bugünkü Türkler, müzikten diğer yüksek ve duyarlı toplumların beklediği hizmeti bekliyor. İşte bu bakımdan klasik Osmanlı müziğini canlandırmaya çalışanların çok dikkatli bulunmaları gerekir. Biz, bir Türk bestesini dinlediğimiz zaman ondan geçmişin öyküsünü kalbimize giren oklar gibi duymak isteriz. Acı olsun, tatlı olsun biz bir beste dinlerken ve farkında olmaksızın duygularımızın inceldiğini duymak isteriz. Bütün bunlardan başka musikiden beklediğimizin maddi, düşünsel ve duygusal uyanıklık ve çevikliğin desteği olduğuna kuşku yoktur. Yeni şairlerimizden, yazarlarımızdan, müzik bilginlerimizden ve özellikle ses sanatçılarımızdan istediğimiz ve aradığımız budur.”

Herseye Ragmen Bir Nura Dogru Yurumekteyiz.

Bilinmelidir ki, Altın Çağ dedigimiz surec, Mustafa Kemal Ataturk'un bize manevi mirasi olan Emperyalizmin Yeryüzünden yok olduğu surectir.

Bilinmelidir ki, herkes kendi emeginin, amellerinin ve dusunce seklinin sonuclarini yasar. Bunlarin ister suurunda olsun, ister olmasin.

Yani, Altin cag icin = emperyalimin yeryuzunden yok olmasi icin emek veren, emeginin karsiligini elbette alacaktir. yani, Emperyalizmin yoklugu = altin cag donemini yasayacaktir.

Aksini dusunen, yani dusunce sekilleri buna izin vermeyen de, buna inanmayan da bunu yasayamayacaktir. zira, cok acik degil mi, inanciyla, dusunce sekliyle, korkulariyla vesveseleriyle emperyalizmi besledigi yada ona besin oldugu. Olabilir, ihtiyaci budur yani bizlerin aksini dusunmek ve dusundugunu yasamak. Herkesin kendine ait bir dunyasi vardir, ve o dunyayi yasar. Kendimize ait dunyanin icinde barindirdiklarimizi, baskalari da kendi dunyasinda barindiriyor olabilir. Onlar, ortak oldugumuz, bulustugumuz noktalar, taraflar olarak ortak dunyamizi teskil ederler ve orada bulusur ve birlikte orada yasariz.

Ve yine, cok acik degil mi altin cagi yani emperyalizmin yeryuzunden yok oldugu donemi kuracak olanlarin, yasacak olanlarin , tamamen kendi uzerinde hakimiyet kurabilmis varliklarin isi olacagi !?

Zira, kendine hakim olamayan, hicbir sey yapamaz. Birileri onun icin dusunur. O, duygu, dusunce ve icgudulerinin gudumundedir. Duygu tatmini arar, kim tatmin ederse onun pesinden gider. Esasen tekamul seviyesi bu olan varliklar, duygusunun efendisi degil, duygusu onun efendisidir. Dusuncenin efendisi degil, dusunceler onun efendisidir.

Neyi, nicin, ne zaman, dusuneceginin ayarlarini yapamayan yani kisacasi dusuncelerinin uzerinde hakimiyet kuramayan, neyi yerli yerinde ve tam zamaninda bilincle ve kontrolunde olarak yapabilir? Hic bir seyi.

Dusunceleri uzerinde hakimiyet kurabilmek demek, isteklerini/ihtiyaclarini, duygularinin ve icgudulerinin etkisi altinda kalarak degil, şuurlu bir sekilde belirleyerek istedigi sonuca ulasmaktir.

Ozetle, piyasadaki soylemin aksine olarak: Dusundugumuz icin var degiliz, var oldugumuz icin dusunuyoruz. Hakimiyet realitesi varligi, duygu ve dusuncelerinin vazifelerini bilir ve o vazifeleri denetler, onlara istikamet verir.

 Yani hakimiyet realitesi varliklari icin Iyi niyet yetmez, elde edilecek sonucun da iyi olmasi saglanmalidir.

Daha soylenecek cok soz var. Ancak simdilik su kadarini soyleyelim ki, cesitli kisveler altina girmis bazi kimseler, dusunce sekillerinize, duygulariniza yon vermek isterler: "eski hamam eski tas" i tasimanizi isterler ki, bunlar kendilerini besletmek isteyen "hirsizlar" dir, daha da onemlisi bozgunculardır.

Bir dusunce seklinin, neyi bozup, bozduğu yerde neyi yapmaya calistigina dikkat ediniz!

Bu dikkat;

- Kendinizi kullandirmamak icin gereklidir;

- Sirtiniza basarak beslenenleri;

- Ve kendilerini sirtinizda tasittirmayi aliskanlik haline getirmis olanlari yada sizi buna alistirmak isteyenleri, vd;

Gizli emelleri aciga vurmak, duyurmak, ortaya dokmek icin gereklidir.

Yoklayiniz ve denetleyiniz ki, suuraltlariniz hangi pisliklerle doldurulmus? Bir ornek verelim, "insanin utancini yuzune vurma" ifadesi tum semavi ogretilerde olmadigi halde, tam aksine oldugu halde, bu kabullenilmis sonucunda da insanlari pasiflestirmistir, dahasi dilsiz seytan yapmistir ( bkz. Hz. Muhammed ). Insanlar, utanilacak bir sey yapmasinlar icin din vardir. Dinde, utanilacak sey yapanlarin cezasi da bellidir.

Saydiklarimiz ve sizlerin bunlara ekleyebileceginiz gereklilikler, emperyalizmin yok olması için zorunludur, olmazsa olmazlaridir.

Atasozlerini, ozlu sozleri, vd, hadisleri de mutlaka suzgecinizden geciriniz (gizli emelleri gerceklessin icin birsey soyleyip muhammet peygambere atfediyorlar). Her hal ve hareketiniz; ediminiz bilgiden dogan imanla ,inancla olsun. Kuru kuruya yada, bir bilen dedi diye degil, size ait- size ozgu olmasidir onemli olan. Kuskusuz, bunun icin sen ahmet oldun, o mehmet. Yani, parmak izleriniz bile degisik, ozgun. Suzgeciniz de, parmak izinizdir.

"Cok bilir" birileri, sizi ağına dusurup (orumcek misali) yada deligine cekip besinini sizden saglayamazsa kudurur, saldirganlasir, ki yine sizden beslenebilmektir maksat. O turler, negatiflikten beslenirler. Ozetle, beser kisvesine burunmuş akrep tabiatlardir bunlar.

Biliyorsunuz ki akrep, vucudunda zehir tasiyandir. Bir dusununuz, o zehiri bedeninde tasimak ne buyuk bir yuktur?! O nedenle de o yuku indirmenin yollarini arar durur. Her varlik, yaradilis maksadini icinde tasir. Tabiatlari neyse onu icra etmekle yukumlendirilmislerdir.

Insan tabiatli olanin gorevi, uzerine basildiginda cirt diye olecek olan bu haserelere insan muamelesi yapmamaktir. Onlara insan muamelesi yapmakla, kendilerini insan sanmalarina neden olunmaktadir. Yani, insan kisvesine (eskilerin tabiri ile de soyleyecek olursak, kaliba ) girmis - burunmus haserelerin, reptillerin tabiati degisir mi? onu iyi analiz etmek lazim. insan mi, hasere mi? Nihayetinde, ruhun yaptigi sey, bir kalibi kullanmak ve onu ömrunun sonunda birakmak degil midir? Oyledir.

Insan tabiatinda olmayanlar, surungen asalak tabiatli olanlar, sizden aldigi her doneyi, her bilgiyi size silah olarak dogrultur, kursun olarak dondurur. Sizden aldiklari bilgiyi, edindikleri enformasyonu, veris, aktaris maksadinizin disinda kullanirlar. Çarpitirlar, saptirirlar, dejenere etmenin yollarini arar dururlar. Dahasi, eger sizde kusur bulamazlarsa, kendilerindeki asagilik vasifalari (zehiri) size atfederler; zira o yukten yani bedenindeki o zehirden kurtulma yolunu mutlaka bulmalidir: yalan, riya, iftira vb herseyi kullanirlar. Yeter ki bedenindeki zehirden kurtulsun... herseyden, her kosuldan hep karli cikmaktir dertleri. Yani ozetle, guzel ahlak sahibi olmak onlara hic uymaz. Zaten, baska turlu somurgen olunmuyor ki.

Guzel ahlak sahibi olmak, insana mahsustur.

 Yani, bu surungen asalak hasere tabiatli olanlara; mayalarina gubre karismislara, "belki adam olurlar' diye emek vermeyiniz. Emeginizi, maksadiniz dogrultusunda kullanacak olana veriniz. Helal olan budur. Israf haramdir, yani emeginizi "belki adam olur' larla israf etmeyiniz. ozetle, bu turleri beslemeyiniz, ki semirmesinler. Bir dusununuz, acima, merhamet vb duygulariyla, yaziktir deyip kendi ellerinizle beslediginiz varliklar bugun basimiza puskullu bela oldular... neticesinde, acima duygularimiz yuzunden bize yazik olmaktadir. Bu tur denetimimizden gecmemis duygularimizin nelere, ne gibi sonuclara sebep olacagi artik besbelli olmustur. Kim neyi hak ediyorsa onu veriniz, ihtiyaci budur cunku. Yani, ayaklar yurumek icindir. Ayaklari bas yaparsaniz, isler yurumez.

Yine bilinmelidir ki, herkes kendi emeginin, amellerinin ve dusunce seklinin sonuclarini yasar. Bunlarin ister suurunda olsun ister olmasin.

Altin cag icin-emperyalimin yeryuzunden yok olmasi icin emek veren, emeginin karsiligini elbette alacaktir. Yani, emperyalizmin yoklugunu = altin cagi yasayacaktir. Emek vermeyen ve buna inanmayan da hak etmedigi icin yasamayacaktir. Herkes hak ettigini er veya gec yasar. Emperyalizmin yoklugu donemi demek, asalaklarin somurgenlerin bulunmadigi donem demek zaten. Hem, zaten onlar altin caglarini demir caginda /kaliyuga / karanlik cagda yasadilar. Caglari yani kaliyuga bitti... bu somurgenler, son dokuntulerini toplamakla mesguller. kabul etmek istemeseler de bu boyle.

Bilinmelidir ki, Altın Çağ dedigimiz surec, Mustafa Kemal Ataturk'un bize manevi mirasi olan ilericilikle, ilerlemeyle emperyalizmin yeryüzünden yok olduğu surectir.

Ve bizler, herseye ragmenbir nura dogru yurumekteyiz.

Kim ne derse desin, tum bizi asagi cekmeye calisanlardan eteklerimiz kurtulmustur.. baglarimiz da kesilmistir. artik bizlerden beslenemeyecekler !


Mustafa Kemal Ataturk'un Yazdigi Siirler

HAKİKAT NEREDE?

Gafil, hangi üç asır, hangi asır,
Tuna ezelden Türk diyarıdır.
Bilinen tarih söylememiş bunu,
Kalkıyor örtüler, örtülen doğacak,
Dinleyin sesini doğan tarihin,
Aydınlıkta karaltı, karaltıda şafak.
Yaşanan tarihi gömüp doğru tarihe gidin.
Asya'nın ortasında Oğuz oğulları,
Avrupa' nın Alpler' inde Oğuz torunları,
Doğudan çıkan biz, batıda yine biz;
Nerde olsa, ne olsa kendimizi biliriz.
Hep insanlar kendini bilseler,
Bilinir o zaman ki hep biriz.
Türk sadece bir milletin adı değil
Türk bütün adamların birliğidir.
Ey birbirine diş bileyen yığınlar!
Ey yığın yığın insan gafletleri!
Yırtılsın gökteki gafletten perde,
Hakikat nerede?
MUSTAFA KEMAL


BİR ASKERİN MEZARINA

Şurada, kabrin üzerinde konulmuş bir,
Beyaz taş var, onun altında bayraklar
Temevvüç ederken, kelleler uçuşurken...
Celâdeti tâbân olurken aldığı cerîhai mevtİle bu âlemi hîçîye vedâ etmiş birAsker yatıyor...
Onun hâbı istirahate çekildiği şu
Makberin üzerine rüfekası eşki teessür döktüler.
Kadınlar dümü rizi mâtem oldular.
İhtiyarlar Nâle eylediler, çocuklar ağladılar.
Şu söğüt ağacının nim setreylediği senin
Mezarın üzerine bir zırh başlık ile kılıç hak,Olunmuştur.
İşte orası o kahramanı muhtereminCâyi istirahatidir.
Ne mutlu ki, hâki pâye vatanOna nâilini intizar olmuş!...

MUSTAFA KEMAL• Harbiye talebesi iken yazmıştır.

BEŞİKE HÂDİSESİ İÇİN
Çıkıyor gönüllere istimdadı
Sâmiamda vatanın feryâdı
Çıkıyor gönüllere istimdadı
Yaralı bir ananın evlâdı
Etmesin mi anaya imdadı?
Rumeli can veriyor yok mu ilaç.
Edelim sıhhatini istimzaç;
Etmeyelim kimseyi izaç?
Zırhlılar her yeri tehidt ediyor,
Makedonya bunu tes'it ediyor.
İnkırazı bize teyit ediyor.
Yemenin purişi malumu cihan
Ne için eyledi millet isyân?
Zulme ister mi bu yoldan burhan
Turuşkalar bile aldı meydan
Hani kânun-u adaâlet nerede?
Mülk-ü millette himâye saadet nerede?
Haricen mülk-ü himaye nerede?
Bizde evvelki şecaat nerede?
Gelse Ertuğrul şöhret-i pervas
Eder elbette tahayyür ibraz
Vatanın feyzine kâdir olamaz
Yeniden fethine verseydi cevâz...
Yıldırım görse şu ahvâlimizi
Ateş kahrı yakar hâlimizi,
Af eder mi bizim efâlimizi,
Mahveder cumle-i emsâlimizi,
Ey büyük Fâtih'i İstanbul'un...
Bu revş olmadı mı makbulün
Sây ile toplanılan mahsulün
Berhava oldu fakat meçhulün...
Yazık oldu Vatana âh yazık...
Her ağızdan çıkıyor: Eyvâh yazık!..Acısın bizlere, âh yazık!
MUSTAFA KEMAL• Sinop 25 Kânunu Evvel 321 (1905)

KASİDEİ İSTİBDAT YAHUT KIRMIZI İZLER

Bir köhne kadit parçası, bir çehrei menhus,
Zulmetler içinde mütereddit, mütelâşi,
Daim mütefekkir görünen, kendine mahsus
Efkârı sakimane ile âleme karşı
Ateş saçarak etmede her gün bizi tehdit,
Âmali harisanesini eyledi tezyit...
Gördükçe bu mazlumlarını, sinesi mağrur,
Tırnaklarını aileler kalbine saplar;
Mağdurlarının her biri bir kûşede ağlar,
Katlandı vatan görmeğe evlâdını makhur...
Birçoklarımız mahpes-ü menfada süründük.
Ey gazii mecruhu vega dideye döndük.
Ey kanlı eliyle vatan âmaline hail,
Ey enmilei sürbu cinayata delâil
Teşkil eden ey köhne kadit, katili efkâr,
Ey katili şübbanı vatan, katili ahrar,
Ey varlığı bir millet için bâdii zillet.
Ey çehresi ifrite veren dehşeti vahşet,
Zindanları, menfaları, mahpesleri doldur,
Ziniciri esaretle bütün hisleri dondur.
Tesmimi nefes, nefyi ebet, sonra denizler..
Her girdiğin evlerde durur kırmızı izler...
Kâbusi hiyanetle vatan can çekişirken
Âtimizi dendanı harisin kemirirken
Bir gün Rumeli dağları envara boyandı;
Hürriyetin enfası ile herkes uyandı.
MUSTAFA KEMAL
ŞANLI ORDU GAZETESİ,  24 Kasım 1908

.

Mustafa Kemal Ataturk'un manevi mirascilarina zorunlu hatirlatmalar ve dinin gercek felsefesi hususunda seferberlik cagrisidir !

Ey yuksek Turk,

Yazimiz uzun. Zaman zaman tekrarlar da yaptik. Goz kapaklarimiza yazilsin icin. Biliyorsunuz cok soz, uzun soz bir sey icin soylenir: Gercegi anlamayanlara gercege getirmek icin… Bu gercek de, Turkiye ‘nin, Yuksek medeniyet ufkunda yeni bir medeniyet gunesi gibi dogmak icin vazifeli olmasidir. (1)

Ataturk’un bilinc alaninin tum insanligi ihata ediciligini hissetmeden, anlamadan onu pur dikkat can kulagi ile dinlemeden, O’nu ornek almadan Ataturkcu-Kemalist olmak, verimsiz bir ugrasi olarak kalmaktadir.


Ataturk'u yetkince anlamak icin gereken unsurlardan biri dinimizin gercek felsefesini incelemek, arastirmak ve de dini ihtisas sahibi olmaktir. Bunun icerigine, din psikolojisi dahildir. Ulkemizin icinde bulundugu bu amansiz durumdan, bu vazife zaten kendini ortaya cikarmisti. Kisaca demek istedigimiz o ki, Milletimizi, iktidarlara, karanliga ve satana hizmet eden dini kurumlarin; karisik, suni, bos inanclarin eline birakamayiz.


Zira, sadece halkimizda degil tum beseriyette, din hakkindaki ihtisas ve bilgi, her turlu hurafelerden siyrilarak hakiki ilim ve fennin-teknolojinin nurlariyla aritilmis ve mukemmel oluncaya degin din oyunu aktorleri kendilerini besletmeye yani maddi manevi somurmeye devam edeceklerdir. Bu somurgenlerce, yuksek medeniyet ufku daha oteye itilmektedir.


Lazim olan ilmi niteliklerle; cok namuslu, cok caliskan ve genel kulture sahip olmasi gereken bir Ataturkcu, bir Kemalist ferdin dini ihtisas sahibi de olmasi zorunlu oldugu kendini nicedir ayan beyan ortaya koymustu, koymaya devam da edecektir.


Ilerlemeye engel, dini bos inanislarla doldurulmus fertler, aydinliga yaklasmazlarsa kendilerini yok ve mahkum etmisler demektir. Oyleyse, dinimizin gercek felsefesini incelemis, arastirmis bilimsel ve teknik olarak telkin kudretine sahip olan fert / fertlerin Ataturk’un manevi mirasini koruyabilecegi apaciktir.


Halkimiz, bilimsel ve teknik olarak (ornegin subtronik muzik ve de subliminal mesaj gonderme yoluyla) yapilan ve kendi aleyhine konusturan ve aleyhine ugras verdiren telkinlerle nasil uyur gezer; teslimiyetci; biyolojik otomat formatina girip haklarini goremez ve arayamaz hale sokulduysa, dahasi, geriletildiyse, iste bu telkinlerin aksi istikametinde ve daha kapsamlisi ile kudretli telkin calismalari yapilmasi acil ve zorunludur.


Mustafa Kemal Ataturk, Turk’ten Turklukten bahsederken her zaman yukseltici, ilerletici ozguven saglayan dopdolu kelimeleri deha bilinciyle, basat (dominant) sekilde kullanmistir: “yuksek Turk”; “Turk milleti caliskandir. Turk milleti zekidir.” “Ne mutlu turkum diyene”. Bunun nedeni sudur (spirituel ifade ile,) : 


Agzimizdan cikan sozcukler, birer enerjidir. Bilerek ve suurlu bir sekilde ifade edilmesi gerekir. Cunku hersey bir nabiz gibi atmaktadir. Cunku her atis sonsuz tohumlarin sacilmasina vesile olmaktadir.

Denizli orneginde oldugu gibi, din oyunu aktorlerinin / sefil insanlik dusmani din simsarlarinin yani guzel ahlak dusmanlarinin camilerde cirit atmasinin nedeni cok aciktir: Kemalistlerce" Ataturkcu dusunce sahiplerince bu alanin da bos birakilmasidir. bos birakildigi icin bu alan somurgenler tarafindan doldurulmustur.


Simdiye kadar milletimizin basina gelen butun felaketler kendi talih ve geleceklerini ‘baska birisinin’ eline terk etmesinden kaynaklanmistir. “baska birisi” ifadesi genis kapsamlidir. Insan, maneviyatsiz yapamaz. Zira salt maddiyat yasami kupkurudur. Yani sefil, insanlik dusmani din somuruculerinin camileri us edinmeleri Kemalist-Ataturkcu Dusunce sahiplerince kutsal mimberlerden halkin anlayabilecegi dille ruh ve dusunceye hitap edilerek ahalinin aydinlatilmayisi ve halka yol gosterilmeyisi nedeniyledir.


Hatirlayiniz ki, kutsal mimberlerden halkin anlayabilecegi dille ruh ve dusunceye hitap olunmakla:


Ataturk’un ifadesiyle: ehli islamin vucudu canlanir, dimagi saflanir; imani kuvvetlenir, kalbi cesaret bulur.


Dusunce ve bilgisindeki kirlilikten dusunemez duruma dusmus olan halkimizi, Ulkemizin her yerinde bulunan kutsal mimberlerden halkin anlayabilecegi dill, ruh ve dusunceye hitap edilerek:


- Hakimiyet’in nasil bir nur oldugu, onunde taclarin tahtlarin nasil eridigi;


- Hakimiyet’in mide meselesi olmadigi, benmerkezciligin kendine hakimiyetsizligin ta kendisi oldugu;


- Duygularini somurtturmelerinin, beyinlerini yagmalattirmalarinin cok buyuk zaaf oldugu, bunun neticesi olarak da Turkiye cumhuriyeti olarak icinde bulundugumuz amansiz halin, kendinin ve milletinin Hakimiyetsizliginin bir sonucu oldugu;


- Kendine hakimiyetin, bilinen oz ifadeyle eline, beline, diline, zihnine, hakimiyetle gerceklesebildigi;


- Kendine hakim olamayanin hic bir sey yapamayacagi, o nedenle de kendine hakim olamayan bireylerin olusturdugu toplumlarin Milli Hakimiyetinin de olamayacagi;


- Kendine hakimiyetin tam olmadigi yerde ozgurluk ve bagimsizligin da dogal olarak elin, belin, dilin yani bu araclarin hakimiyetine gececegi ve bunun neticesinde ferdi ve milli benligin kaybolacagi; (bkz. somurge olmayi arzulayan Fatih Altayli’nin sundugu vatan haini kizlara) (bkz. turbanlilarin ulkemizin bagimsizligina goz dikmelerine, el koymalarina, milletimize ait ne varsa satmalarina ) (bkz. Eline, diline, beline hakim olamayanlarin bir bez parcasina bagli namuslarina- namussuzluklarina)


- Her ne kadar bunlarin tersini yapmayi secmenin de ozgurluk oldugu soylenirse soylensin bunun ozgurlugun kotuye kullanim oldugu; 


Ozetle, Islamin 5 sartinin, butun dinlerde mevcut olan 10 emir’in, tamamen kendine kisacasi eline beline diline beynine hakimiyet icin verildigi;


Isa peygamber hz’in, “dusuncelerinizden bile sorumlusunuz” ifadesiyle ferdin kendi beynine zihnine hakimiyetini gerceklestirmesinin zorunlu oldugu;


Yani, Milli hakimiyetin, bireyin kendine olan hakimiyetiyle basladigi;


Hakimiyeti hayatlarina sokamayanlarin yani 10 emre hilafsiz uymayanin  namuslu olamayacagi;


Aplike edebilmenin de yani kendi uzerinde -icguduleri, istekleri duygulari vicdani uzerinde - hakimiyet kurabilmenin de temelinde saglam bilgi ve bilincliligin bulundugu;


( kaba bir iki Ornekle: kendine hakim olamayip gunah isleyenlere, “Iste su kadar su duayi okursan gunahlarindan affolursun” seklinde muslumanlarda gorulen seyin, hristiyanlardaki gunah cikarmanin bir versiyonu oldugu; Gunah cikarmanin da, dinin yozlasmasinin esasli bir gostergesi oldugu; )


Takiyyenin, tum Kutsal Kitaplarin, “Yalan soylemeyeceksin; Dogru ol!’ emri ile tamamen celistigi, dahasi bir sirk olarak Kur”an’in dusmani oldugu (takiyyeyi savunmak kesinlikle “seytani” bir ifade ve eylemdir. Cunki takiyye yani riya / oldugu gibi gorunmeme, Islam Peygamberi'nin ifadesiyle, ‘sirk-i hafî' yani ‘gizli putperestlik'tir.
Riyakârligin insanligin hayatina bir ur, bir kanser gibi musallat ettigi tip, onursuz, guvenilmez insan tipidir. Bir gulucugun, bir tutam sakalin, iki rekât namazin, bes kurusluk sadakanin; AB-D “yardimlarinin”; AB uyeligi arkasinda kâinat dolusu rezilligi saklayabilir riya.) ;


Kuran'in yeterli oldugunu, her seyi acikladigini ve gerekli teferruatlari verdigini basta Kuran'in kendisi soyledigi halde, Mezhep ve Tarikatlarin varlik nedeninin esasen Din’in kaynagindan ogrenilmesini engelleme faaliyeti oldugu;


Allah’in emrinin cok calismak oldugu bilindigi halde, ici bos dualara yonelmenin, ornegin, cami onlerinde bolca satilan “Gullu kitap” taki ogutlere uymanin ‘buyu’ islemlerinden bir versiyon oldugunu


Calismak demenin ise, bosuna yorulmak, terlemek olmadigi, zamanin icaplarina gore ilim ve fen her türlü medeni buluslardan azami derecede yararlanmak zorunlulugu oldugu;


vd; hususlarinda, kalp ve vicdanlarina hitap ederek, kutsal mimberlerden kamuoyunun yeterince ve saglam bilgiyle bilinclendirilmesi gerektigi apaciktir.


Cesitli maniplasyonlarla elinden alinan hakimiyetine nasil sahip cikabilecegi konusunda, dini, siyasi, ekonomik, sosyal vd maniplasyonlar ve olasi maniplasyonlara uyanik kalmak hususlarinda, halkimizin idraklenmeleri ve bilinclenmeleri icin bugune kadar ellerinden tutulmus olsaydi, camiler, seytan hizmetkarlarinin cirit attigi yani halkimizi karanlıga ve sirke ilettıii yer olmazdi.


Karanlik, nursuzluktur yani ilim ve fennin; medeniyetin nurlariyla isiyamamaktir. Butun kotuluklerin anasi cahilliktir. Cahillik, nursuzluktur, isiksiz kalmaktir.


Hutbe okumaktan amac ahalinin aydinlatilmasi ve ona yol gosterilmesidir. Baska birsey degildir. O nedenle, hutbe okuyacak olanlarin sahip olmalari gereken ilmi nitelikler, ozel liyakat ve genel kulture sahip olmalari cok onemlidir.
Yuz, ikiyuz, hatta bin yil onceki hutbeleri okumak, insanlari cahillik ve cagin gerisinde birakmak demektir. iste, bugune degin camilerde yapilmis olan bu oldugu nedeniyledir ki ornegin, cok namussuzlar da, irtica da iktidar olabilmis, ornegin Denizlideki o buyuk kotuluk kitabi camilerde dagitilabilmistir.


Toparlayarak soyleyecek olursak, minberlerde soylenecek sozlerin bilinmesi ve anlasilmasi, ilim ve fen gerceklerine uygun olmasi lazimdir. Hutbe okumaktan amac ahalinin aydinlatilmasi ve ona yol gosterilmesi oldugundan hutbeyi verenlerin siyasi olaylari, sosyal ve medeni olaylari hergun izlemeleri zorunludur. Bunlar bilinmedigi takdirde halka yanlis telkinler verilmis olur.


Halkin temiz, saf duygularindan yararlanarak milletin maneviyatina el uzatan kimseler ve onlarin izleyicileri ve muritleri elbette ki bir takim cahillerden, insanlik dusmanlarindan ibarettir. Bunlar Turk milleti icin sorun olusturacak durumlarin meydana gelmesinde daima etken olmuslardir. Milletimizin onunde acilan kurtulus ufuklarinda araliksiz yol almasina engel olmaya calisanlar hep bu kurumlar ve bu kurumlarin mensuplari olmustur. O nedenle Kemalist-Ataturkcu Dusunce sahipleri kutsal mimberlerden de millete surekli anlatmalidir ki, bunlarin millet bunyesinde yaptiklari tahribati hissetmek lazimdir. Bunlarin varligini hos goru ile karsilayanlarla Menemen’de Kubilay’in basi kesilirken seyretmeye katlananlar ve hatta alkislamaya cesaret edenler aynidir.

Halkimiz, hakimiyet hususunda ayrintili bir sekilde (orn, “kelebek etkisi” ‘kuantum” bilgisinin idrakiyle) aydinlatilmali bilgilendirilmelidir. Ki;


Bılgı hatayı duzeltır.


Bılgı, esaretın sonu demektır. bılgı, guc demektır. 

Guc, cesurca hedefı gormektır.
 

Hakımıyet hususunda saglam ve tam bılgı kaynagımız, dunya'nın yenı donemı ıcın en ustun merkez bılgı olan Mustafa Kemal Ataturk'tur.

Bilgimiz odur ki, kiyametine kadar dunya, ‘hakimiyet donemi / hakimiyet realitesi’ni calisacak, yasayacaktir. Yani, spirituel ifade ile, hakimiyet donemi / hakimiyet realitesi, bu dunya okulunun bitis realitesidir.


Hakimiyet donemi bilgileri ellerimizdedir. Dahasi, tum dunyanin elindedir. Ve, dunyanin hic bir ulkesinde ‘hakimiyet kayitsiz sartsi milletindir’ ilkesi soylenmemistir, gorulmemistir. Unutmayiniz, agzimizdan cikan sozcukler birer enerjidir. Agzimizdan cikan sozcukleri bilerek ve suurlu bir sekilde telaffuz etmek zorundayiz. Tipki Ataturk gibi.


Netice olarak tekrarlayalim ki, yuksek medeniyet ufkunda yeni bir medeniyet gunesi gibi dogmakla vazifeli ulke Turkiye, tam bagimsizligini ve kayitsiz sartsiz hakimiyetini somutlastiracaktir. Bu husus, konsantrasyon isidir, cehit isidir. Boyle durumlarda, varligin onunde kapilar acilir, hatta engel duvarlari yikilir.


Kaynakca: Mustafa Kemal Ataturk’un gorus ve direktifleridir. (Ataturkculuk; Genel Kurmay Baskanliginca Hazirlanmistir: 1. Kitap; Milli Egitim Basimevi)
 

Not: (1) “…. bu Asya milletinin icinde daha karisik, suni, bos inanclardan ibaret bir din daha vardir. Fakat bu cahiller, bu gucsuzler (zavallilar) sirasi gelince, aydinlanacaklardir. Onlar aydinliga yaklasmazlarsa, kendilerini yok ve mahkum etmisler demektir. Onlari Kurtaracagiz.“
Mustafa Kemal Ataturk; 1923



Destek Verin.. DÜNYAYA 'TÜRKÇE' BAKAN GAZETECİLER SUSTURULMASIN

BANU AVAR'A DESTEK İÇİN İMZA KAMPANYASI DEVAM EDİYOR. banuavaradestek@gmail.com a mail atınız……………………

Sayın Banu Avar'ın hazırlayıp, sunduğu "Sınırlar Arasında" programının yayınına son verildiğini büyük bir üzüntü ile öğrenmiş bulunuyoruz. "Sınırlar Arasında", nesnel bir gerçekçilikle ve derin bir yurtseverlik sorumluluğuyla üretilmiş, son derece başarılı ve yararlı bir çalışmanın ürünü olarak halkın değişik kesimlerince yoğun bir ilgiyle izlenmiş ve büyük bir takdir toplamıştır.

TRT Yönetiminin bu konudaki kararının gerekçesi olarak yaptığı açıklamaları inandırıcılıktan uzak bulduğumuzu belirtmek isteriz.

Bu program 4 yıldır halkın yoğun ilgisini çekmiştir. Sansürler arasında kalmış, yoluna devam etmiş ve şimdi de tamamen yasaklanmıştır. Bu karar, geniş kesimlerin isteğini hiçe sayan uygulamaların bir başka örneğidir. Dünyaya "Türkçe" bakan bir gazeteci susturulmuş, "Türkiye" yanlısı bir yayına son verilmiştir.

Bu kararı, ülkemizde medyanın saygınlığına ve basın-yayın özgürlüğüne indirilmiş ağır bir darbe olarak görüyoruz ve kınıyoruz. Türkiye Radyo Televizyon Kurumu, Türkiye'nin kurumudur. TRT yöneticilerinin, yurtsever halkımızın eğilimleriyle derinden çelişen bu kararından dönmesini bekliyoruz.

Prof. Dr. Alpaslan IŞIKLI TÜMÖD Genel Başkanı (A.Ü.)

Prof. Dr. Sina AKŞİN TÜMÖD Genel Başkan Yardımcısı (A.Ü.)

Öğr.Gör. Suay KARAMAN TÜMÖD Genel Sekreteri (Gazi Ü.)

Yard. Doç. Dr. Barış DOSTER Marmara Ü.

Prof. Dr. Cevat GERAY Ankara Ü.

Prof. Dr. Korkut BORATAV Ankara Ü

Prof. Dr. Tolga YARMAN Galatasaray Ü.

Prof. Dr. Serap KURUCA İÜÖÜD Başkanı (İ.Ü.)

Doç. Dr. Metin ÖZUĞURLU Ankara Ü.

Prof. Dr. Ömer DEĞİRMENCİ Ege Ü.

Prof. Dr. Tayfun ÖZKAYA Ege Ü.

Prof. Dr. M. Can AKYOLCU İstanbul Ü.

Prof. Dr. Kürşat YILDIZ Kocaeli Ü.

Prof. Dr. Ferhan SAĞIN Ege Ü.

Doç. Dr. Murat ARGON Ege Ü.

Prof. Dr. Eser SÖZMEN Ege Ü.

Prof. Dr. M. Ertan ÇINAR Ege Ü.

Prof. Dr. Ayşe YÜCE Dokuz Eylül Ü.

Yard. Doç. Dr. Harun DOĞAN Akdeniz Ü.

Prof. Dr. Aziz KONUKMAN Gazi Ü.

Prof. Dr. Nilgün ÇERİKÇİOĞLU İstanbul Ü.

Prof. Dr. Rezan BİRSOY Dokuz Eylül Ü.

Prof. Dr. Haluk ERAKSOY İstanbul Ü.

Prof. Dr. Ayşe YÜCE Dokuz Eylül Ü.

Prof. Dr. Aydın SAV

Prof. Dr. Süleyman BOZDEMİR Çukurova Ü.

Prof. Gülper REFİĞ Mimar Sinan Güzel Sanatlar Ü.

Prof. Dr. Zerrin BAYRAKDAR Yıldız Teknik Ü.

Doç. Dr. Cüneyt AKALIN Marmara Ü.

Prof. Dr. Osman Şadi YENEN İstanbul Ü.

Yard. Doç. Dr. Ekrem ÇİÇEK Süleyman Demirel Ü.

Prof. Dr. Gülbin GÖKÇAY İstanbul Ü.

Yard.Doç.Dr. Mehmet ÖZTÜRK İstanbul Ü.

Prof. Dr. Özer OZANKAYA

Yard.Doç.Dr.Aynur S. ERDEMİR İstanbul Ü.

Yard. Doç. Dr. Serap ŞIRVANCI Marmara Ü.

Prof. Dr. Funda BABACAN Marmara Ü.

Araş. Gör. Ozan ÖRMECİ Bilkent Ü.

M. Tevfik ÖZCAN

Mustafa Kemal Ataturk'ce nin gercekten ne kadar farkindayiz

Hepimizin bildigi gibi Mustafa Kemal ATATURK dunya doneminin
liderleri icerisinden 21 nci yuzyila gecebilen tek liderdir. Ustelik
diger liderler kendi halklari tarafindan yok edilmemin acisini
yasamisken, o hala halkinin ve dunyanin nabzinda en buyuk
canliligiyla, sevgisiyle, saygisiyla hala yasayabilen dunyadaki tek
lider. Onemli olanda sanirim, yasarken olmek degil, oldukten sonra da
bu kadar uzun sure canli kalabilmeyi basarmak degil midir?

ATATURK'u biz hep tarihe mal olmus yonleriyle tanidik: Asker ATATURK
ya da devlet adami ATATURK olarak.

Bu verdigim ornek dunyada tek olan ornektir. Zaten herhalde bir
baskasina da rastlamamiz mumkun degil. En buyuk dusmani; hani su
ordularini denize doktugu dusmani, Yunan baskomutani Trikopis. Hicbir
zorlama olmadan, hicbir baski olmadan her Cumhuriyet bayrami
Atina'daki Turk buyukelciligine gidiyor Trikopis, ATATURK'un resminin
onune geciyor ve saygi durusunda bulunuyor. Boyle bir saygiyi en
buyuk dusmaninda uyandirabilen bir Mustafa Kemal.

Yil 1938, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranli
donemi. Birden cok sIkilir ve yaninda duran yuz yirmiden fazla kisiye
doner ve aynen soyle der:
"Su anda hicbirinizi degil, buyuk istidadi ile Mustafa Kemal'i gormek
icin neler vermezdim" dedirten o buyuk ozlemi ve onu olusturabilen
Mustafa Kemal'i.

Yada, yil 1938. Bir Iran'li sair bir Tahran gazetesine olumu uzerine
bir siir yazar. Iste o siirin iki misrasini sizlerle paylasmak
istiyorum. Diyor ki;
"Allah bir ulkeye yardim etmek isterse onun elinden tutmak isterse
basina Mustafa Kemal gibi lider getirir." dizelerindeki bu
kiskancligi olusturabilen Mustafa Kemal.

Yil 1976, UNESCO uyelerine bir oneriyle gelir. Oneri paketindeki bir
cumleyi sizlere okumak istiyorum. Diyorki "Bu gun UNESCO'nun uzerinde
calistigi butun projelerin isim babasi Mustafa Kemal'dir." Oneri
nedir ? Oneri ise onun dogumunun yuzuncu yilinda, 152 uyesi vardi
UNESCO'nun 152 ulkenin devletleri ayni anda kutlasin onerisidir.
Birden Isvec delegesi ayaga kalkar ve soyle soyler:

"Ne yani dunyada bu kadar devlet adami var hepsinin dogum gununu
boyle kutlayacak miyiz?" seklindeki kinayeli sozlerine, Rus delegesi
ayaga firlar yumrugunu masaya vurur ve 152 ulkenin delegelerine aynen
soyle soyler;
"Genc delege arkadasim hatirlatmak isterimki ATATURK oyle dunyadaki
herhangi bir lider degildir, birakin onu bir yil anmayi her ulke her
problemimizde care olarak aramaliyiz" sozlerini dokturtebilen bir
Mustafa Kemal. Sonra nemi olur? UNESCO tarihinde ilk ve tekdir hic
negatif oy yok, hic cekimser oy yok 152 ulke su metne imza atar; hani
Isvec delegesi demisti ya "ne yani" diye. O Isvec delegesi bu imzanin
atildigi gun mikrofona gelir ve aynen sunlari soyler;

"Ben ATATURK'u inceledim butun ulkelerden ozur diliyor ilk imzayi ben
atiyorum" diyecektir.

Iste o muhtesem belge diyor ki;
" ATATURK KIMDIR; ATATURK ULULARARASI ANLAYIS, ISBIRLIGI, BARIS
YOLUNDA CABA GOSTERMIS USTUN KISI, OLAGANUSTU DEVRIMLER
GERCEKLESTIRMIS BIR INKILAPCI, SOMURGECILIK VE YAYILMACILIGA KARSI
SAVASAN ILK ONDER, INSAN HAKLARINA SAYGILI, DUNYA BARISININ ONCUSU,
BUTUN YASAMI BOYUNCA INSANLAR ARASINDA RENK, DIL, DIN, IRK AYIRIMI
GOSTERMEYEN, ESI OLMAYAN DEVLET ADAMI, TURKIYE CUMHURIYETININ
KURUCUSU"

Var mi boyle bir metin! Bir filozof derki "bir ulke icin kistas
aradiginiz zaman o ulkenin en buyuk liderini gozden gecirin" su anda
kistas arayan ulkelere saniyorum bundan daha iyi bir metin
gosteremeyiz. Iste bu metin 152 ulke tarafindan imzalanmistir. Esi
olmayan devlet adami metni. Peki daha sonra ne olmustur; 151 ulkede
hemen, hemen bir yil boyunca her yerde bu metni gorebiliriz,
soruyorsunuz bana o bir ulke kim? Iste o ulkenin adini vermeye benim
dilim maalesef varmiyor.

Hadi gelin Haiti'ye gidelim. Yil 1996, Haiti Cumhurbaskani olur. Bir
vasiyet birakmistir. Haiti'ye baktim haritada bir kutup kadar uzak
ulke. Haiti Cumhurbaskani 1996 da oldugunde vasiyeti acilir.
Vasiyetinde mezar tasina yazilmasi icin bir metin birakmistir.

Haiti Cumhurbaskaninin bugun mezar tasinda yazan hitabeyi sizlere
okumak istiyorum. Diyorki "Butun omrum boyunca Turkiye'nin lideri
Mustafa Kemal ATATURK'u anlamis ve uygulamis olmaktan dolayi mutlu
oldum"

Peki yillar bir sey degistirir mi? Hayir. 2000 yilinda bizim medyanin
kacirdigi bir bilgi var, ABD Baskani milenyum mesajini veriyor.
Mesajin bir yerinde aynen sunlari soyler; "Bugun milenyumun hic suphe
yoktur ki tek devlet adami Mustafa Kemal ATATURK'tur. Cunku o yilin
degil asrin lideri olabilmeyi basarmis tek liderdir." 2000 de ABD
Baskanina iste bu gercegi de ifade ettirebilen bir Mustafa Kemal var.
Asker Mustafa Kemal'in, Devlet adami Mustafa Kemal'in cok disinda bir
Mustafa Kemal.

2003 de bir sey degisti mi?, 2004? Hayir. 2004 de bir konferans
veriyorum birden bir hanimefendi ayaga firladi. Dediki "Ben
Norvecliyim ve su anda Norvec'te cok sIk kullandigimiz bir deyim var,
bu deyimin anlamini anladim" dedi. Hanimefendi "nedir o deyim"
dedim. "Norvecce'de "ATATURK gibi dusunmek" deyimi var. Cok sIk
kullaniriz bu deyimi" "nerelerde kullanirsiniz" dedigimde "Hani bir
problem veririz coz diye o da tembellik eder cozmez. Deriz ki ona bu
problemin mutlaka cozumu var. Birde ATATURK gibi dusun". O gun
otelime geldim televizyonu actim o kadar cok kisiye bir de ATATURK
gibi dusun dedigimi hatirliyorum ki galiba Norvecce'den cok bizim
dilimizin bu deyime fazlasiyla ihtiyaci var diye dusunmeden de
edemedim.

Bir Ingiliz gazeteci ATATURK'le bir roportaj yapar. Roportajini
Amerikan Buyuk Kutuphanesinden bulup getirttim ve bir yerinde Mustafa
Kemal'e soyle sorar gazeteci; "Birlesmis Milletlere uye olmayi
dusunuyor musunuz?" Mustafa Kemal'in cevabi aynen soyle

"Sartlarimizi koyariz. Kabullerine bagli. Biz muracaat etmeyiz uye
olmak icin. Eger davet gelirse dusunuruz". Evet, Birlesmis Milletler
sadece Turkiye'yi davet edebilmek icin yasasini degistirir ve ilk
davet edilen ulke olur Mustafa Kemal'in ulkesi, Turkiye'si Birlesmis
Milletlere. Saniyorum ondan feyiz alacagimiz cok sey var aslinda
Mustafa Kemal'den. Ama bu arada 2005'de daha yeni iki uc gun once
yabanci gazeteyi okuyorum. Surmanset buyuk puntolarla su basligi
atmis "Bu gun Ortadogu'ya duzinelerle ATATURK lazim". dedim yazara
ATATURK 'u hic tanimiyor herhalde. Duzineye hic gerek yok tek bir
tanesi de yeterdi aslinda.

Ornek vermeye devam edersem inanin konferans boyle biter.
Filipinlerden Cin'e kadar o kadar cok ornek var ki. Ama gorduk
1925'de 1938'de 1996'da 2000'de 2005'de her ulkeden, her cinsten, her
statuden insanin ozlemle, sevgiyle, saygiyla aradigi ama bizim olan
bir Mustafa Kemal'den bahsediyoruz. Bu gun Turkiye'nin en buyuk
sorunu nedir? dersem cevap olarak kulagima gelenler sunlar; ekonomi
diyorsunuz issizlik diyorsunuz. Ama bence Turkiye'nin cok onemli bir
problemi var o problemi cozersek Turkiye ekonomiyi de cozer Turkiye
issizligi de cozer. Evet Turkiye'de lider yetistirme sorunu var.

Lider deyince de nedense hep siyasi lider anliyoruz ben ondan
bahsetmiyorum, benim lider dedigim cok kapsamli bir kavram. Yoksa
icersindeki tek bir terimdir siyasi lider veya sosyal lider. Ama
lider dedigim zaman ben asrin lideri dunya liderinden bahsediyorum.
Iste boyle liderlere ihtiyacimiz var. Ben simdi soracagim size su
anda karsimda pek cok genc arkadasim oturuyor. Bunlardan bir
tanesinin bir kac donem sonrasinin Cumhurbaskani, Genelkurmay Baskani
yada Basbakani, Maliye Bakani yada evinin anne babasi olmadigini bana
iddia edebilir misiniz? Belki sizsiniz, ama biliniz ki iste bugun
sizlerle paylasacagim konu asrin lideri, dunya lideri yada lider
olmanin kucuk sirlarini ATATURK'le sizinle paylasacagim.

Ilk sirrimiz; ATATURK tamam arkadasim ben topraklarinizi kurtardim
askeri bir dehayim deyip yerine cekilmemis hemen asker elbisesini
cikartip sivil elbisesini giymis ve inanirmisiniz ? Sinirlarini hangi
sinirin lideri ise o sinirlarin icerisinde ne var ise ama ne var ise
tasindan topragina hepsinin ama hepsinin sorumlulugunu omuzlarinda
hissetmistir de onun icin Mustafa Kemal bugun dunya lideridir. Nasil
mi ?

ATATURK'u aglarken tarih cok ender tespit etmistir. 25 yillik
arastirmaciyim, 7 tespitim oldu. Ilki Canakkale'de topcu atisimiz
basladigi sirada doktugu gozyasidir, bir digeri ise hepimizin bildigi
bir hikaye ama ben yine de anlatacagim. O gunun Ankara'si kurak,
corak bir koy. Cankaya'dan meclise gelirken yol uzerinde sadece ama
sadece bir tek igde agaci varmis. ATATURK o igde agacinin onunden
gecislerinde arabasini durdururmus, inermis ve o igde agacina selam
verirmis. "Aman demisler pasam ne yapiyorsunuz boyle ?", "Eee o demis
yedigim meyvenin, sigindigim golgenin, soludugum havanin bir neferi.
En az diger neferler kadar bunun da selama hakki var". Yani "niye
sasiriyorsunuz ?" der gibiymis. Ve bir gun yaninda bulunan
arkadasina "Iste bu benim..." derken bide bakiyor agac yok ortada
hemen iniyor "Ne yaptiniz bu agaca" diyor. "Pasam" diyorlar "yolu
genisletmek icin mecburduk kestik o agaci". "Yahu diyor bitek bana
soraydiniz bu agaci kurtaracak bir yolu mutlaka bulurdum" diyor.

Daha fazla dayanamiyor, arabasina biniyor, soforunun ve arkadasinin
gozu onunde hungur, hungur aglamaya basliyor. Bir tek igde agaci icin
mi dersiniz? Hayir. Cok zor sartlarda kurtardigi bu topraklarda
yetisen bir canlidir ve lideri oldugu icin de bu topraklarin da o
igde agacinin da sorumlulugu Mustafa Kemal'in omuzlarindadir da onun
icin.

Galiba simdi anlatacagim inanilmaz projeyi de o gun dusunmeye
basladi. Hani "Bir daha boyle bir seyle karsilasabilirsem nasil
mudahale edebilirim" diye. Cok degil doga katliami, en kolay
yaptigimiz katliam.

Yil 1930 ATATURK Yalova koskune dogru cikmakta. Bir de bakar bir
bahcivan koca bir cinar agacini kesmek uzeredir. "Yahu" der "sen
hayatinda hic boyle bir agac yetisdirdinmiki ? Kesmeye muktedir
goruyorsun kendini ve niye ? " der. Bahcivan derki; "Pasam cinar
agacinin kokleri koskun temelini kaldirdi, yapraklari da koskun
pencerelerine mudahale ediyor. Ya kosku kaybedecegiz ya agaci
kesecegiz. Onun icin de kusura bakmayin ama biz agaci kesiyoruz". Bir
an dusunur; "Hayir gerekirse kosku agactan uzaklastiririz" der.
Derler ki bu gun Mustafa Kemal bir hos. Ne demek kosku tutup ta
agactan uzaklastirmak ? Ama inanir misiniz muhendis degil, mimar
degil, ziraatci degil ama ne yapar biliyor musunuz ? Istanbul'daki
kopru altindaki tramvay raylarini Yalova'ya tasitir. Kosku hic
yikmadan oldugu gibi tutarak kendisi de kazma kurek temelini kazar ve
koskun altina tramvay raylarini doseyerek kosku agactan 4 metre 80
santim kenara cekerek hala Cumhuriyetimiz gibi ayakta durmakta olan
cinar agacinin kurtulusunu temin eder.

Yil 1930. Dunya cevre lafini ne zaman etmeye basladi? 1980 den sonra.
1980 den once, 1930 yilinda dunyaya somut bir cevre dersi vermektedir
Mustafa Kemal aslinda. Ama, biraz aci parantezlerim olacak bu
konferansimda. Ilk aci parantezimi ATATURK kimdir belgesiyle
acmistim, ikinci aci parantezim burada olacak. Hadi gelin 5 Mart 1996
ya gidelim yani gunumuze yakin bir gun. "ATATURK ve Turk kadini"
konulu tiyatrolu konferansimi 25 gencle sunuyorum. 25 gencle birlikte
prova yaptik, yorulduk, oturduk, televizyonu actik. ikinci haber
olarak 6 dakika muddetle ve 5 kere goruntu zumlanmak uzere onemli bir
haber verildi televizyonda. Haberi aynen aktariyorum, diyordi
ki "Amerika da eski bir unlu bir muzikhal hic yikilmadan dunyada ilk
kez uygulanan bir yontemle raylar uzerinde iki metre kenara cekilerek
yerine yeni bir binanin yapildigi" haberiydi. Dunyada ilk kez lafi da
bes kere edildi. genclerden biri kalkti bana ne dedi biliyor
musunuz? "Ya ogretmenim biz tarihe pek bir daldik.

Bakin el alem neler yapiyor? Teknik, medeniyet biraz da onlara
baksak" diyince arsivimde 1930'da ATATURK'un bu isi yaparken cekilmis
resimleri, raylar uzerindeki cekilen resimleri gosterdim kendilerine
ve dedim ki "su anda ne soyleyeceksiniz bana ?". Bir genc kalkti ne
dedi biliyor musunuz? "Ya ogretmenim suc bizde mi? Biz bu konuyu ilk
defa sizden duyuyoruz, sizden goruyoruz bu resimleri". Ama o haberi
bugun milyonlarca Turk genci izledi ve oturdular 25 genc, bu haberi
veren televizyona bir faks cektiler. Faksta aynen su
yaziyordu "Ikinci haber olarak 6 dakika muddetle ama bes kez su
resimleri gostermek suretiyle bu arada da mutlak suretle mesaji
iletin dediler "Bu gun 1996, Amerika cekiyor raylar uzerinde iki
metre, yerine yeni bir bina yapiyor, 1930 ATATURK cekiyor 4 metre 80
santim, bir agac kurtarmak icin" bu mesaji da cok iyi verin dediler.
Yil 1996 idi. Yil 2005 hicbir televizyonda izlediniz mi? Izlemediniz.

Ya hocam siz bize bir tek cinar agaci ve igde agaci anlattiniz bunlar
ATATURK'un hayatinda tek tek ornekler olabilir. Hadi gelin
Sogutozu'ne gidelim, hani su Ankara yakinlarindaki, o zaman icin 80
tane sogut agacinin oldugu yere. Sogutozune ATATURK hep dinlenmek
icin gelirmis. Bir geldiginde galiba dusundugunu sesli olarak
aktarmis; "Ah ! burada bi kulubem olsaydi keske". "Ya pasam istedigin
bir kulube olsun hemen yapariz suraya" demisler. "Buradaki agaclara
ne olacak peki". "Pasam burdakiler sogut agaci; gonulsuz agactir.
Sokeriz baska bir yere dikeriz, mutlaka tutar" demisler. Bir an
durur, "Bir tek sartla kabul ederim" der. "Buarda yetecek kadar sogut
agacini kendi ellerimle sokecegim, kendi ellerimle dikecegim, once
tuttuklarini gorecegim, sonra kulube yapimina izin verecegim". Yani
bugun betonu yesile tercih eden zihniyete bence en guzel ornek teskil
eder bu. Ne yapar biliyor musunuz? Turkiye Cumhuriyetinin
Cumhurbaskani Mustafa Kemal ATATURK makamini Cankaya'dan Sogutozu'ne
tasitir hasirlar uzerine. Kabullerini orda yapar, imzalarini orda
atar, cadirda kalir ama sogut agacini soker, kendi elleriyle diker,
tuttuklarini gorur, ondan sonra bugun cok kucucuk ama verdigi mesaj
olaganustu buyuk olan bu Sogutozu'ndeki kucuk ATATURK kulubesinin
yapilmasina izin verir.

25 yillik arastirmaciyim. Benim elimde 130 belge var bizzat cevre
hareketine bedenen katildigina dair. Sade bende 130 belge, kim bilir
kac belge var. Keske diyorum, keske bu belgeler, bazi gunler bizi
okullar da bu kulubeye goturup te burada anlatilsaydi. saniyorum
bugun betonu yesile tercih eden hicbir belediye baskani yetismezdi.

Iste bu anlamda sahneye simdi Tahsin COSKAN'u davet edelim. Tahsin
COSKAN o zamanin genc bir ziraat muhendisi. "Gel Tahsin seni bir yere
goturecegim fikrini almak istiyorum" diyor. Giderler, gosterdigi yere
bakar Tahsin Bey. Bataklik, sivrisinek salgini, hayvan leslerinin
oldugu berbat bir arazidir. "Ya pasam hayrola" der. Ataturk, "Buraya
butun masrafi cebimden olmak uzere bir orman ciftligi yapmak
istiyorum" der. "Ya pasam buranin islahi ya sizin paranizi tuketir ya
da zamaninizi, neden bu kadar mumbit topraklar varken gelip de burayi
tercih ettiniz ?" der.

ATATURK'un cevabi ATATURK'cedir. Derki "Ben en zor olani yapayimda
siz arkamdan kolaylari nasil olsa yaparsiniz." Ne bilsin ki en
kolaylari bile cabuk yikabildigimizi ama, bu aradaTahsin
COSKAN "Pasam burda hicbir sey yetismez, pek ugrasmayin" der. Ama
dinleyen kim. Derki "Tahsin buraya ziraatcileri getir ve incele bana
resmi bir yazi getir burasiyla ilgili". Biraz sonra Tahsin COSKAN cok
mutlu, kendi dedigi cikti, uzerinde "Burada hicbir sey
yetismez"yazili, altinda da ziraatcilerin imzasinin oldugu bir
belgeyi Mustafa Kemal'in onune koyar. ATATURK biraz mutebbessim okur
bu yaziyi. Kaleme alir, bu kagidin yanina aynen sunlari yazar "BURASI
VATAN TOPRAGIDIR, KADERINE TERK EDEMEYIZ". Etmez de. Ayni Sakarya
savunmasi gibi akasya savunmasini ele alir, cam ve koknari oraya 30
Agustos olarak tamamlar ve hic unutmayacagimiz bir gun, lutfen hic
unutmayin, tarihte atladik bu gunu, 25 Mayis 1933. Ne yapar biliyor
musunuz? Hani 5 Haziranlarda kutladigimiz bir gun var, cevre gunu
degil mi? Cevre gunu ne zaman kutlanmaya basladi? 1980 den sonra.
Peki 25 Mayis 1933, ATATURK ne yapti? Ilk Cevre gunu kutlamasini
yapti. Hem de bugun okullara soruyorum diyosunuz ki ne yaptiniz
diye "ya agac diktik diyorsunuz ya cop topladik" oyle falan degil.
Butun Ankara halkini bedava trenlerle buraya getirtiyor, agaclar boy
vermisler, altinda dinlenmektedirler, havuz yapilmistir, cocuklar
yuzmektedirler. Hatta butun masrafi cebinden odemistir ama kari da
almamistir, buraya bir fabrika yaptirmistir, sut urunleri
uretilmektedir, herkes yemektedir. Herkes cok mutlu ama en mutlusu
Mustafa Kemal ATATURK.

Nebizade diye bir arkadasi var, Nebizade'nin kafa cok karisIk. "Yahu
pasam senden baska bir tek kisi burada bir agac yetisecegine
inanmadi. Peki sen nasil anladin burda orman olacagini?" der. "Gel
Nebizade gel, simdi anlatayim sana. Hani Tahsin COSKAN'in burda
birsey yetismez dedigi gunun aksami tebdili kiyafetle Cankaya'dan
kactim, burdaki koylulere geldim. Koyluler beni tanimadilar.
Koylulere, agalar dedim burda agac yetisip yetismeyecegini bana en
kolay yoldan nasil ispat edersiniz dedim. "Al dediler", bana bir
testi su verdiler, bir de kazma kurek. "Kaz orayi iki gun sonra gel
biz sana ne olacagini soyleriz" dediler. Ah o iki gun Cankaya'da
nasil gecti bir Allah bilir bir de ben. Iki gun sonra gittim testiyi
cikardim, testinin icinde su bitmisti, koylulere uzattim. Dediler ki
bana "aga testide su kalmamis, toprak su emiyor, bakma bunun ustunun
kurak olduguna, biraz ugras burda ne ekersen bicersin". Ve hani
Tahsin COSKAN'in o raporu bana getirdigi gun ben coktan projeye
baslamis epey de ilerlemistim" diyecektir.

Dunya lideri olmak oyle kolay degil biliyor musunuz. Hani ATATURK'e
kimdi en cok karsi cikan, evet Tahsin COSKAN'di. Onu da ATATURK
buraya mudur tayin eder. Evet lider olmak hakikaten kolay is degil.
Bu arada biz bu 130 belgeye hic calismamisiz. Calismadigimizin en aci
ornegini Turkiye yasadi zaten. Neydi o ornek "17 Agustos depremi".
Evet deprem bir kaderdir ama kader olmanin otesinde dolgu alan coktu,
dolgu binalar coktu. Oysa 1930'dan beri bize "lutfen tabiatla
oynamayin, tek bir agacla bile oynamayin" diye bize ornek olan bir
liderimiz varken yasadik bu aciyi.

Bizler iyi degerlendirmemisiz onun cevre hareketini ama bakin dunya
ne guzel degerlendirmis hareketini. Ben size bu bilgileri vermek icin
1919 da basladim ve bugune kadar cikan butun gazete ve dergileri
tariyorum. Taramam sirasinda 28 Temmuz 1933 gunun Cumhuriyet
gazetesinde bir haber okudum. Inanilmaz bir haberdi. Hani bir cicek
aliyoruz, kirmizi renkte, hediye goturuyoruz ve adina da "ATATURK
Cicegi" diyoruz. O ATATURK ciceginin adini biz koyduk zannediyorduk
ama bakin gazeteyi aynen okuyorum. Gazete haberi su "Chicago ozel,
gecenlerde Wanderbit Universitesi profesorlerinden doktor Kirk Landin
laboratuarlarinda muhtelif ameliyeler neticesinde kirmizi renkte yeni
bir cicek elde edilmistir Profesor bu yeni cicege isim ararken
yaninda duran ama Tarsus Kolejinde ATATURK'le tanismis, ondaki tabiat
bilgi ve ilgisine hayran olan bir diger profesor bu cicege ATATURK
isminin verilmesini onermistir. Ve bu oneri dunya nebatat dairesine
iletilmis ve ATATURK'un yaptigi calismalarin anlatildigi toplantida
oy birligiyle kabul edilmistir". Yani dunyadaki her ulkede bu cicek
Gazi ATATURK adiyla uretiliyor ve satiliyor.

Peki baska bir lider var mi diye arastirdim bir cicege adini veren,
baska hicbir lider yok. Cunku tabiatiyla bu kadar butunlesebilen bir
lideri dunya tarihi yazmamistir. Diyorki Mustafa Kemal "cevre
hareketi disinda eger lider olacaksaniz eger lider olmaya
kalkistiysaniz ki icinizde ogrenci arkadaslar var mutlaka sinif
baskanlari vardir eger sinif baskani olacaksan bu bi liderliktir,
sinirin nedir? siniftir sinifin icerisindeki tek bir tebesir tanesi
tek bir sira tek arkadasinin problemiyle ilgilenemeyeceksen o
liderligi kabul etmeyeceksin demektedir Mustafa Kemal.

Peki ikinci sirrimiz ne? Ikinci Sirrimiz; dunya tarihi sadece bir
sifati Mustafa Kemal'e vermistir. Baska dunyada hicbir liderin
alamadigi bir sifattir bu hangi sifat mi? Ne dersiniz? Evet
Basogretmen diyen var aranizda, hosgorulu evet biliyorum hepsi
gonlunuzden gecen sifatlari ATATURK'un ama soruyorum sizlere bir
insan dogumundan olumune kadar ya bir askerdir, ya bir devlet
adamidir ya cevrecidir ya tiyatrocudur ya sanatcidir ya arkeologdur
bir seydir. Ama bunlarin hepsi birden olabilen dunyadaki tek lider
Mustafa Kemal ATATURK oldugu icin dunyada "kultur antropologu" sifati
verilebilen tek lider Mustafa Kemal'dir.

"Kultur Antropologu" nedir ne degildir uzun uzun basinizi
agritmayacagim. Hadi gelin 5 Mayis 1935, Ahlatlibel'e gidelim.
Ahlatlibel Ankara yakinlarindaki kazilarin basladigi yer
biliyorsunuz. Butun arkeoloji kazilarinin yapilma emrini veren
Mustafa Kemal, muzelerin acilma emrini veren de Mustafa Kemal. Ama
bugunkulerde oldugu gibi acin, kazin, imza; oyle degil. Nasil
yetismis inanin, 25 yillik arastirmaciyim hic anlamadim. Bakiyorsunuz
Efes kazilari basliyor iki kere gidiyor, Konya'da Asar kazilari
basliyor basinda, birde bakiyorsunuz Ahlatlibel kazilari baslamis
basinda, toprak aliyor, olcuyor, biciyor. "Ya ne yapiyor Mustafa
Kemal" diyorlar. Cankaya'ya gidiyor, Cankaya'da uc gun uc gece hic
uyumadan; uyumamak icin alnina islak bezler koydurmus, birilerini
cagiriyor, telefonlar ediyor bir heyecan bir telas. Uc gun
sonra "gelin diyor Ahlatlibel'e gidiyoruz". Hemen geliyor
diyorki "arkeologlar toplanin". Biliyorsunuz baslarinda en buyuk
arkeologumuz Zubeyir KOSAR var.

Bu Zubeyir KOSAR'in bir e bir anisidir. Toplaniyor ve diyorki Mustafa
Kemal heyecanla; "kazdiginiz yer yanlis, surayi kazmaniz gerekir".
Yabanci arkeologlar "el insaf pasam, anladik iyi askersin iyi devlet
adamisin ama yani bu iste bizim isimiz niye karisiyorsun" der gibi
aralarinda birkac sey oluyor ama emir buyuk yerden. Basliyorlar
Mustafa Kemal'in gosterdigi yeri kazmaya. Sonuc mu? Butun bulgular
oradan cikacaktir. Inat ugruna, kendi ceplerinden oder ve kendi
dedikleri yeri kazarlar hicbir bulguya rastlamayacaklardir.

Bunun uc gun sonrasi, ATATURK Galip ARCAN'in yazdigi "Sirat Koprusu"
adli piyese davetlidir. Davetiyede boyle yazar piyesin basinda
mutludur biraz sonra sinirlenmeye baslar bir muddet sonra
bitince "bana Galip ARCAN'i cagirin!" der. Galip ARCAN gelince "bu
piyesi siz mi yazdiniz ? "der. "Evet pasam ben yazdim". "Hayir, bu
bir Bolunun Flor Doranj adli Boldvilin'in aynen cevirisi neden bunu
belirtmediniz hakkinizda sorusturma actiriyorum" diyecektir. Buna
benzer pek cok aniyi da okuyunca ne dedim biliyormusunuz. Samimi
konusacagim inanin sizlerle. Dedim ki "a be Atam Boldvilin'e
varincaya kadar ne zaman okursun? ne zaman kafanda tutarsin". Ve o
sirada ne yaptim biliyor musunuz? Yirmi yillik arastirmaciydim,
ATATURK'le iddiaya girmek gibi, dedim "senin basinda durmadigin
ilerletmeye calismadigin bir alan bulmak benim boynumun borcu olsun".

O sirada da "Sanat ve ATATURK" adli arastirmami yapiyorum baktim
resimde Turk tarihinde ilk resim sergisini o aciyor, heykelde dinin
etkisini kaldiriyor ama karsima yedinci sanat dali geldi. Ne? Sinema.
dedim "herhalde burda iddiayi kazandim". Hey hat, bas yonetmen Cezmi
AR, basrolde Mustafa Kemal, film cekiyorlar. Ve Cezmi Ar Mustafa
Kemal'e tabi Cumhurbaskani ya diyemiyor soyle dur boyle dur diye
diger oyunculara siddetle bagiriyor. Ataturk "Gel Cezmi gel, burda
baskomutan sensin. ben bu isi bilmem. Onemli olan isin iyi cikmasi.
Bana da ayni siddet ve hiddetle bagiracaksin" der. Cezmi AR hayatinin
son gunlerinde "ben bir daha asla oyle bir oyuncuyla calismadim"
diyecektir.

Yil 1937, Munir Hayri EGELIYLE odalarina cekilirler. Cankaya' da ne
mi yaparlar? ATATURK bir film senaryosu yazmistir, adini da
koymustur; "Ben bir Inkilap Cocuguyum" dur adi. Kendi yazdigi film
senaryosunu Munir Hayri EGELI cekecektir, ATATURK oynayacaktir. Ama
yil 1937 dir, omru vefa etmemistir. Derim ki haydi filmciler bulun bu
senaryoyu filme cekin pokemondan cok daha faydali olacagina ben kesin
gozuyle bakiyorum.

Bu arada ATATURK'un her seyi iyide ben iddiadan vazgectim, tamam
dedim. Kesinlikle iddia falan yok artik, iddiayi Mustafa Kemal
kazandi ama merak ediyorum nasil yapti diye. Asil sir nerde? O sirada
en buyuk lider elestirmeninin sozu geldi elime. Liderleri cok sIki
elestiren bir elestirmen diyorki ATATURK icin "Liderler icerisinde
elestiri acizligi yasadigim tek lider Mustafa Kemal'dir. Cunku butun
Ronesans, butun reform, butun aydinlanma cagi etkinlikleri bir adamin
kafasinda toplanmis, bir caga siran etkinlikler on yilda basarilmis,
bu buyuk bir mucizedir en buyuk radikal Mustafa Kemal'dir" bunu biz
demiyoruz dunyanin en buyuk lider elestirmeni diyor.

Peki, tamam laf iyi de diyorsunuz ki laflar karin doyurmuyor, Esas
sir nerde cok merak ediyorum. On yilda bir bakiyorsunuz kara tahtanin
basinda harf ogretiyor, bir bakiyorsunuz sapka giyiyor, bir
bakiyorsunuz tiyatro eseri oynatiyor, yok efendim arkeolojik kazilara
gidiyor, tren raylarinin genlesme hesabini yapiyor, Ankara'daki
caddelerin ne kadar mesafede olacagi konusunda sehirlesme planlari
yapiyor, E on yilda bunlarin hepsi peki nasil? Ben esas sirri nerde
buldum biliyor musunuz? Onun bir sozunde. Ama bu bence, ve dedimki bu
sozu okuyunca keske su karga kovalamasini kafalarimiza
yerlestireceklerine su sozunu yerlestirselerdi herhalde Turkiye cok
farkli biyerde olurdu su anda. ATATURK diyor ki "Cocuklugumda elime
gecen iki kurustan birini eger kitaplara vermeseydim bu gun
yapabildigim islerin hicbirini yapamazdim". Esas sir bence burada.
Cocuklugunda eline gecen iki kurustan birini kitaplara verdigi icin
35 yasinda general, 40 yasinda baskomutan, 42 yasinda cumhurbaskani,
46 yasinda dunyada pek cok reformist var ama hic biri dile
dokunabilmeyi cesaret edememistir; dile dokunabilen tek reformist
Mustafa Kemal'dir. Iste bunu yapabilen ve 53 yasinda nutku yazan genc
olarak tarihimize gececektir Mustafa Kemal.

Okumayla, ama nasil okuma biliyor musunuz? Bildigimiz gibi bir okuma
degil. Sizi 1914 Anafartalar'a goturuyorum. Anafartalar'da savasin
bir dinlenme yerinde cadiriniza gelirsiniz postallari cikarir rahatca
dinlenmek istersiniz. Oyle bir sey yok. Macar Turkologu Nemetin,
Fransiz Turkologu Devinin Turkoloji albumleri duruyormus. Aciyor
onlari okuyor Mustafa Kemal. Diyorlarki "niye bunlari okuma geregi
duyuyorsun" verdigi cevaba bakin. onlara diyor ki "Savastan sonra bu
dilin degisme ihtiyaci var onu tespite calisiyorum". Yil 1914,
gelelim 1916'ya. Bitlis cephesi komutani Mustafa Kemal Bitlis
cephesinde cokmekte olan bir cepheyi kurtariyor ve cadirina geliyor,
yaveri Izzettin CALISLAR'i cagiriyor ve eline bir not veriyor. Notta
ne yaziyor biliyor musunuz? "Savastan sonra ilk isimiz Turk kadinina
serbestisini vermek, onu erkeginin yaninda esit haklara sahip
kilmak". Yil 1916, Turk kadinin degil adi, degil kimligi, hicbir
seysi yok. Sokaga cikma hakki olmayan bir Turk kadini. Peki sizce tam
savasin en hararetli zamaninda neden Turk kadini geldi Mustafa
Kemal'in aklina. Ha, Kurtulus Savasinda gordugumuz kadin manzarasi,
degil ATATURK'u, dunyayi sasirtan bir manzaradir. Ulkelerin savaslari
olmustur ama top yekun savas ornegi ilk defa Kurtulus Savasinda
gorulmektedir.

Ataturk bu savasta Ayse Hatunu tanimistir Ayse Hatunu hepimiz
taniyoruz. Bilmeyen var mi icinizde? Onun yapabildigini acaba hangi
ulkenin kadini yapabilir? yada zamanimizda hangi kadin yapabilir?
Benim bir kizim bir oglum var inanin bu kadar arastirmaciyim
dusunuyorum. Biliyorsunuz sekiz aylik kizi kucaginda omuzunda mermi
ve cepheye cephane goturuyor. Sekiz aylik kiz dinler mi dusmani,
aglamaya basliyor. Ve bu sirada olmesi falan problem degil Hatunun,
ama dusman eger onlari fark ederse cok kisitli olan cephane cepheye
gidemeyecek, butun dusuncesi o Ayse Hatun'un. Ve bu arada cocugunu
gogsune yaslar, dusman biraz gec gider, indirdigi zaman kendi
elleriyle cocugunu sehit ettigini gorecektir Ayse Hatun yada diger
adiyla Tayyibe Hatun. Peki ne yapar? cocugunu koyar uzerini bayrakla
orter ve aynen sunlari soylemistir. Kafile baskani komutanimiz
aktariyor bunu. "Sen yuzlerce binlerce yil sonra dogacak Turk
cocuklari icin sehit oldun" (yani surada oturan bizler icin sehit
olan) "bu benim icinde senin icinde bir sereftir. Yeterki vatan
sagolsun" diyor, omuzuna aliyor cephanesini ve yola koyuluyor.
Hanimefendiler icinizde anne olanlar var. Lutfen bir an icin dusunun,
cocugunuzu goz onune getirin. El bebek gul bebek buyutuyoruz, gozunun
icine bakiyoruz, tercih yapin sizden sonraki kusak mi? cocugunuz mu?
Iste bu Ayse yada diger adiyla Tayyibe Hatunu tanidi Mustafa Kemal.

Kurtulus Savasinda Kutahya sirtlari, eksi 30, eksi 40. Ve 75-80
yaslarinda bir nine. Gerisini gelin kafile komutani Mustafa
Necati'den dinleyelim. Mustafa Necati neyi gorur? Butun yorgan
battaniye ne varsa cephanenin ustune ortmus kendisi pazen elbiseyle.
Aynen sunlari soyler "nine kar sepeliyor hava cok soguk bari su
yorgani alsan sirtina" dediginde aldigi cevap "dokunma ona, o millet
malidir, nem kapmasin. Ben bir olurum ama onunla binler dogacak
binler. hayir oglum hayir hic usumuyorum, sogugu hic duymuyorumki.
Dusman bu topraklara girdi gireli benim icim yaniyor icim a ogul"
diyen bir nineyi tanidi Mustafa Kemal.

Albay Hulusi ATAG'in kafilesinde olan genc bir kadinimiz hastadir ve
cephane tasirken yere dusmustur, olmek uzeredir. Hulusi ATAK
sorar "bacim bana adini soyle seni tarihe yazdiracagim" dediginde
aldigi cevap "adimi ne yapacaksin a ogul yaz benim adim Anadolu"
cevabindaki adimin ne onemi var onemli olan ulkemin adi ve gururu
dusunusu keske, keske uygarlik savasimizda ayni siddetiyle
surebilseydi bugun. Uzerinde ATATURK yazili kapsulu inanin, inanin
hic mubalaga etmiyorum ilk uzaya firlatan ulke mutlaka ama mutlaka
biz olurduk.

Evet bu savasta ATATURK dunyaya tek gecen Zekiye Hanimi tanidi.
Zekiye Hanim ne yapti biliyor musunuz? Dunyaya ilk ve tek gecen
kadinimizdir. 10 Aralik 1919 ogretmen okulu bahcesine 3000 kadini
toplamis, dedim herhalde sifirlari fazla okuyorum. Hayir 3000 kadin,
yapimcisi, dinleyicisi, konusmacisi. Kadin olan dunyada ilk mitingdir
bu, onun icin dunyaya ilk gecmistir. Peki Zekiye Hanim nasil
toplamistir, cep telefonu yok faks yok, hicbir arac yok. Hadi bunlar
oldu farz edelim. Kadinin sokaga cikma hakki yokken 3000 kadin nasil
organize oldu dersiniz? Evet bunu inceledigimde inanilmaz bir hem
hayranlik hem de uzuntu duydum neden biliyor musunuz?

Cep telefonunuz var, faksimiz var. Pek cok kulubun, pek cok dernegin
davetlisi olarak gidiyorum. Hanimlar 50 kisi geldimi aman diyorlar bu
gun cok kalabaligiz. 3000 kadindan bahsediyorum ama projesinin adini
da soylemek istiyorum Zekiye Hanimin "MUTFAK PROJESI", inanilmaz bir
proje. Daha sonra bir yerde tekrar gececek bu proje.

ATATURK Zekiye Hanimi, Nakiye Hanimi tanidi bu savasta. ATATURK Melek
RESIT'i tanidi, Ataturtk Sukufe Nihal'i tanidi ve ATATURK ekmek
pisirerek askere goturen ama bu dusmanlar tarafindan tespit edilip
askerimizin yerini ogrenmek icin cok iskence goren ama soylemedigi
icin ekmek pisirdigi firina atilarak yakilan Nazife Kadini tanidi bu
savasta. Bu savasta ATATURK Tacculcalala hanimi tanidi ATATURK
ustegmenlerimizi, binbasi hanimlarimizi tanidi, bu savasta Tuggeneral
rutbesi verilmesi ongorulen 8 yasindaki, evet yanlis duymadiniz 8
yasindaki Nezahat kizimizi tanidi. Iste Nezahat kizimizin yaninda
sehit olan bir erimizin cebinden cikan bir mektubunda annesine soyle
yazmis "anne Nezahatle babasinin arasindaki konusmayi duyaydin benim
burada niye oldugumu anlardin" demis ve bu arada soyle yazmis" biz
Mehmetcik Nezahat'e Turklerin Jan Darki diyoruz" demis. Bu bana aci
geldi. Ben Jan Darki ortaokuldan beri taniyordum ama Nezahat'i ancak
bu arastirmam da tanidim. Bunun acisini da o mektupla birlikte
yasamis oldum. Bu kadinlarimizi ben ATATURK ve Turk Kadini konulu
konferansimda anlattigim icin burada sadece adlarini anmadan
gecemeyecegimi gordum.

Bu arada ATATURK okumus ta yazmaya da vakit bulabilmis. Evet bizler
icin bir geometri kitabi yazmis. Ucgen, aci, dikdortgen gibi ve 48
tane geometri teriminin isim babasi bu yazdigi kitapla bizzat Mustafa
Kemal'dir.

Prof. Dr. Ilknur Gunturkun KALIPCI

insanlığın yükselmesi, insanlık ülküsünün gerçekleşmesi bu bilincin ayakta tutulmasına bağlı

Atatürk, Millî Mücadele'de millî birliği sağlayan eşsiz bir lider, savaş meydanlarında gerçekçi bir kumandan, devlet kuran büyük siyaset adamı, milletini çağdaşlaştıran güçlü bir devrimcidir. Bu nitelikleriyle, insanlık tarihinin tanıdığı en büyük adamlardan biri olduğuna şüphe yoktur. Kahramanlık ve yüksek insanlık meziyetlerini kişiliğinde en yüksek düzeyle taşıdığında dünya tarihçileri ve fikir adamları tereddütsüz birleşmektedir. Tarihin büyük tanıdığı kişilerle karşılaştırıldığı zaman, türlü bakımlardan belirgin üstünlükleri göze çarpmaktadır. Atatürk, her şeyden önce, hem fikir hem hareket adamı idi; o, fikri ve hareketi kişiliğinde birleştirmiş bir liderdi. Fikir ve düşüncelerinin özünü oluşturan Atatürkçülük, her türlü dogmatik unsurdan sıyrılmış akılcı bir dünya görüşüdür. Memleket gerçeklerinden kaynaklanan, sorunlar karşısında akim ve bilimin yol göstericiliğini kabul eden bu gerçekçi görüş, gerek Türk Bağımsızlık Savaşı'nın gerekse onu izleyen Türk çağdaşlaşma hareketinin temelini oluşturmuştur.

Atatürk, üstün nitelikleri sayesinde, Türk milletinin tarihsel seyrini değiştiren askerî ve siyasî zaferlerle onu uçurumun kenarından kurtarmıştır. Dünya tarihinde, her türlü imkânsızlığa rağmen inandığı fikri uygulamaya koyarak "Ya bağımsızlık, ya ölüm!" parolası ile büyük bir mücadeleyi kazanmış, arkasından yepyeni nitelikte çağdaş bir devlet ve millet yaratmış adam azdır. İçinde bulunduğu şartları değerlendirmede, engelleri ortadan kaldırmada gösterdiği büyük başarı, Atatürk'ün ayrı bir özelliğini oluşturmaktadır. Diyebiliriz ki Atatürk, Türk toplumunda sadece çağdaşlaşma gereğini gördüğü için değil, bu çağdaşlaşmayı en kısa zamanda gerçekleştirecek yolu gösterdiği, çağdaşlaşmaya engel olan etkenleri cesaretle ortadan kaldırdığı için büyüktür. "Çağdaş Türkiye'nin Kurucusu" sıfatını da işte bu büyüklüğünden almaktadır.

Büyük Söylev'inin sonlarında, Türk gençliğine seslenerek çizdiği tablo, gerçekte, kendisi mücadeleye atıldığı zaman, memleketin içinde bulunduğu ağır tablodur. Atatürk, en güç şartlar altında bile, her şeyin bitti zannedildiği bir zamanda bile, Türk milletine güven hissinin asla kaybolmaması gerektiği gerçeğini, eseriyle kanıtlamış bir millî kahramandır; onun için millî kurtuluşa simge olmuştur, onun için bayrak olmuştur.

Atatürk gerçeğin adamı, sağduyunun ve ince görüşün temsilcisidir. Çünkü, nerede neye karar verdi, ne yaptı ise daima en iyisini yapmış, en gereklisine karar vermiştir. Türk halkının eğilimlerini çok iyi sezen ve ruhlara sızmasını bilen usta devrimciliği sayesindedir ki ortak istek ve eğilimler, kolayca millî ülkü haline gelebilmiştir. O, giriştiği mücadelenin başından sonuna kadar Türk milletinin yüksek niteliklerine güvenmiş, kazanılan her türlü zaferin milletin eseri olduğunu söylemiştir. Bütün girişimlerinde milletin eğilimlerini göz önünde tutmuş, milletin desteğine dayanmış, güçlü kişiliği ve gerçeği sezişe dayanan ikna kuvvetiyle kitleleri yönlendiren bir lider olduğunu göstermiştir. Millî kurtuluşa bayrak olan fikirleri, görüşleri ve ölmez eseriyle, etkileri memleket sınırlarını aşmış, hakları çiğnenen milletlerin bağımsızlık ve özgürlük mücadelesinde manevî kuvvet olmuştur.

Atatürk yaratıcısı, yapıcısı olduğu "Türk Devrimi"ni dünyaya tanıtırken, "Bu devrim, yüksek bir insanî ülkü ile birleşmiş vatanseverlik eseridir. Çocuklarına bütün güzellikleri ve bütün büyüklükleri görmek ve aynı zamanda bütün sefaletlere acımak sanatını öğretmektedir"34 diyordu. Kendisi de yarattığı devrimin imanlı bir yapıcısı sıfatıyla bütün dünyaya açık yürekle, samimiyetle ve dostlukla bakıyordu. Gerçekten, "Ne mutlu Türk'üm diyene!" özdeyişiyle kalplere millî iman perçinleyen Atatürk, aynı zamanda insanlık ülküsünün ve insan sevgisinin de simgesi idi. Yabancıların, "Düşmanlarınız kimlerdir?" sorusuna, "Biz kimsenin düşmanı değiliz; yalnız insanlığın düşmanı olanların düşmanıyız!" 35 yanıtını veriyordu. İşte bu insancıl yönü iledir ki tamamen millî nitelik taşıyan Atatürk Devrimi, aynı zamanda bütün insanlığın hayranlığını da üzerinde toplamaktadır.

Atatürk'ün insanlık değerlerine içten ve büyük saygısı vardı. O, bütün insanlığın yüzyıllar boyu övdüğü ve övündüğü üstün nitelikleri kişiliğinde toplamış bir liderdi. Yaşamı boyunca gösterdiği davranışlar bu üstün nitelikleri sergiliyordu. Şöyle ki:

-Zafer kazanmış Başkomutan olarak İzmir'e girdiği gün, önüne serilen düşman bayrağını: "Bayrak bir milletin bağımsızlık işaretidir; düşmanın da olsa saygı göstermek gerekir!"36 diyerek, yerden kaldırtan,
-Bir milleti özgürlük ve bağımsızlığa kavuşturan büyük eserinin görkemi karşısında, memleketin büyük sanatkârları, şairleri, tiyatro sanatçıları elini öpmek istedikleri zaman: "Sanatçı el öpmez: sanatçının eli öpülür!"37 yanıtını veren,
-Çanakkale'de kendisine karşı savaşırken bir kolunu kaybeden ünlü Fransız Generali Gouraud ile yıllar sonra Ankara'da karşılaştıkları zaman -General'in boş kolunu işaret ederek- ona: "Türk topraklarında yatan şerefli kolunuz, memleketlerimiz arasında son derece kıymetli bir bağdır!"38 diyen,
-Çanakkale şehitlerini anma törenine konuşma yapmak üzere giden bir bakanına, bu savaşta ölen diğer millet askerleri için de: "Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur içinde uyuyunuz!"39 diye not yazdıran,
-Mısır Elçisi'ne, bir sabah, Çankaya sırtlarından doğmakta olan güneşi göstererek: "Doğudan şimdi doğacak olan güneşe bakınız! Şu anda günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün doğu milletlerinin uyanışını da öyle görüyorum. Bağımsızlık ve özgürlüğüne kavuşacak daha çok kardeş millet vardır. Bu milletler, bütün güçlüklere, bütün önlemelere rağmen engelleri yenecekler ve kendilerini bekleyen geleceğe ulaşacaklardır. Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerini milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir anlaşma ve işbirliği çağı alacaktır!"40

diyen Büyük Atatürk, gerçekten insan sevgisinin ve insanlık ülküsünün, kolay erişilemeyecek bir örneği idi. Bu davranışlar, belki de insanlık tarihinde eşi olmayan şeylerdi ve Atatürk'ün büyüklüğünü, onun genişliğini, onun engin hoşgörüsünü simgeliyordu.
"Yurtta barış, dünyada barış" için çalışmak, Atatürk için dünyamızda yaşayan bütün insanları birbirine daha çok yaklaştırmak, daha çok sevdirmek yolundaki çabaların bir parçası idi. O, "İnsan her şeyden önce bağlı olduğu milletin varlığı ve mutluluğu için çalışmalı; fakat başka milletlerin de huzur ve refahını düşünmelidir."41 derken, işte bu çabasını dile getiriyordu. Atatürk'e göre "Dünya milletlerinin mutluluğuna çalışmak, diğer bir yoldan kendi huzur ve mutluluğunu sağlamağa çalışmak, demekti."42 Çünkü, "Dünyada ve dünya milletleri arasında huzur ve iyi geçim olmazsa, bir millet kendi kendisi için ne yaparsa yapsın huzurdan mahrumdu."43 İşte Atatürk'ün "Yurtta barış, dünyada barış" ilkesinin kökleri böyle insancıl bir düşünceden, böyle insancıl bir ülküden kaynaklanıyordu.
Atatürk'e göre: "Milletleri yönetenlerin görevi, yaşamı mutlu yapmak hususunda milletlerine yol göstermekti. Bütün insanlığın varlığını kendi şahıslarında gören adamlar mutsuzdu. Yaşamda mutluluk, ancak gelecek kuşakların şerefi, varlığı ve huzuru için çalışmakla mümkündü. Hatta bir devlet adamı böyle hareket ederken 'Benden sonra gelecekler, acaba böyle bir ruhla çalıştığımı fark edecekler mi?' diye bile düşünmemeliydi." 44

Atatürk, karşılık beklemeksizin, insanlığın mutluluğuna hizmet edebilecek adam yetiştirmenin, en büyük zevk olduğunu söylüyor ve şöyle diyordu: "Bahçesinde çiçek yetiştiren insan, bu çiçekten bir şey bekler mi? Adam yetiştiren insan da, çiçek yetiştirendeki hislerle hareket etmelidir. Ancak bu tarzda düşünen ve çalışan adamlardır ki memleketlerine, milletlerine ve bunların geleceğine faydalı olabilirler."45

Atatürk'e göre, milletler arasında düşmanlıkların yerini akrabalık bilinci almalı idi. Kıt'alar ve milletler arasında ırkçı ve şoven yaklaşımlar, yerini bütün insanlığın paylaştığı bazı ortak değerlere bırakmalıydı. "İnsanları mutlu edecek biricik araç, onları birbirine yaklaştırarak, onları birbirlerine sevdirerek karşılıklı maddî ve manevî gereksinimlerini temine yarıyan hareket ve enerji idi. Dünya barışı içinde insanlığın gerçek mutluluğu, ancak bu yüksek ülkü yolcularının çoğalması ve başarı kazanmasıyla mümkün olacaktı. Dünya vatandaşları kıskançlık, açgözlülük ve kinden uzaklaşacak şekilde eğitilmeli, insanlığın bütününün refahı, açlık ve baskının yerini almalıydı."46 Bütün milletlerin çağdaş uygarlık düzeyinde birleşmesi, bu ortak uygarlığa katılması, Atatürk'ün en samimî isteği idi; çünkü o, insanlığın hepsini bir vücut ve her milleti bunun bir organı sayıyordu.

Atatürk'e göre, insanlar arasında artık hiçbir renk, din ve ırk ayrımı tanımayan bir anlaşma ve işbirliği çağı açılmalı, milletler bağımsızlıklarını, millî niteliklerini, millî kültürlerini kaybetmeksizin, her türlü emperyalist görüşün dışında, insanlığın ortak değerlerinde birleşmeli idi. Bu ortaklaşa değerlerin kıt'aları birbirine bağlaması, insanları renk, ırk ve din farkı gözetmeksizin birbirine yaklaştırması gerekti. Çünkü insanlığın yükselmesi, insanlık ülküsünün gerçekleşmesi bu bilincin ayakta tutulmasına bağlı idi. İşte Atatürk, bu görüş ve düşünceleriyle, bu yönüyle de insanlık tarihi önünde aşılamayacak bir büyüklüğü temsil etmektedir.
Son söz olarak diyebiliriz ki, Atatürk'ün yaşamı, kişiliği ve eseri incelendiği zaman, insanoğlu, hayranlığını gizleyememekte; bu millî kahramanı kutlamakta, başarıya ulaştırdığı bu kutsal mücadelenin önünde saygı ile eğilmektedir.

Aziz Arkadaşım,

Ulusumuzu, içine adım atmak üzere bulunduğumuz ALTIN ÇAĞI' nın anlayışıyla donatmak üzere, yani o anlayışı daha bizlere 1900 lü yıllarda anlatmış olan Mustafa Kemal Atatürk'ün mesajlarını açıklamak üzere girişmiş bulunduğunuz o ağır mesainiz için size ve yol arkadaşlarınıza şükranlarımızı sunuyoruz. Hainler tarafından yıllar boyunca ihmal edilmiş, böylece hem maddi hem de manevi bakımdan yoksullaştırılmış olan MASUM ULUSUM'a şu dar günlerinde alttaki naciz armağanı sunmak istiyorum. Kabul etmenizi ve uygun gördüğünüz takdirde çeşitli vesilelerle ONA iletmenizi diliyorum.

Yavuz Keskin
Em.Og. Alb.


DEMİR ÇAĞI ve ALTIN ÇAĞI


Yeryüzüne kosmos içinden getirilen çeşitli kozmik ırklara ait beşer varlık sistemleri, kendileri için evrim plan ve programı yapan ve Rab (öğretmen) dediğimiz Galaktik İlahi Uygarlıklar tarafından, Yeryüzünde belirli bir evrim eğitimine tabi tutulur. Bu eğitimin bir başlangıç ve bir de sona eriş dönemleri vardır ki, işte bu iki sınır arası süreç, bir Evrim Siklusu’dur. Şimdiye kadar yeryüzünde birçok Evrim Siklusu tesis edilmiş ve devrelerini tamamlamışlardır.

Halen Demir Çağı Realitesi içinde bulunmaktayız, ama Dünya Okulu’nun son aşaması olan Altın Çağı Realitesi’ne de adım atmak üzereyiz. Altın Çağı Realitesi’nin bünyesi içinde, dünya beşeriyetinin edinmek zorunda olduğu “İlahi Kişilik Özelliğini” kazanmayı sağlayacak olan ve Verite’ler (Hakikat) denilen bilgi ve bilgelik tatbikat alanları ve bilgileri vardır.

Altın Çağı’na gelinceye kadar pek çok ayrılıkların ve değişik özellikli realitelerin içinden geçirilmiş olan beşeriyet, doğal olarak, sayısız parçalara bölünmüş, batıl bilgi sistemleri yüzünden birbirine hasım, düşman, kindar ve karşıt kitleler haline gelmiştir. Bu durum, bir bakıma, nefsani gelişimin doğal sonucu ve gereğiydi. Bütün insanlık için aynı ve belirli olan Veriteler’in çok çeşitli yorum ve kabulleri, beşeriyeti bin parçaya ayırmıştır (2).

Altın Çağı, beşeriyeti, TEK BİR ÖĞRETİ VE IŞIK BİLGİ SİSTEMİ içinde birleştirecek, ortadan kaldırılması mümkün rölatif ayrılıkları yok ederek insanlığı tek bir dünya toplumu haline getirecektir. (3)

Ve işte Altın Çağında yapılacak yoğun çalışmalar ile, mümkün olduğu kadar büyük bir beşeri kitle İDEAL EVRİMSEL DÜZEY’e yükseltilecek ve böylece onlara daha yüksek düzeyli EVRİM OKULLARI’ında eğitim görme liyakati kazandırılmış olacaktır.

Altın Çağı’na ayak uydurmak üzere hazırlık yapmaya başladığımız şu günlerde bile günümüzün gelişmiş beşeri yaşamı ve bu yaşamın maddi ve manevi veçhesi artık bir takım dogmatik ritüellere (ayin) , uyuşuk hareketlere ve anlamsız dualara ihtiyaç duymamaktadır. Çünkü İLAHİ ÇAĞDA TAPINIŞ VE DUA, BİZZAT İNSANLIĞA HİZMET OLAN BİLGECE YAŞAMIN TA KENDİSİ OLMAKTADIR. (4).

Tanrı adamlığı vasfı, artık insanlığa hizmeti bir yaşam yolu ve amacı sayan her kişiye ait olmaktadır. O vasıf, belirli bir azınlığın tekelinden alınmakta ve bir takım karmaşık ve uzun riyazet dönemlerine gerek kalmaksızın, insanlığa hizmet eden herkese şamil edilmektedir.

MEKANİK VE BİLGİSİZ BİÇİMSEL TAPINMA DÖNEMİ BİTMİŞ, BİLGİ VE BİLGELİĞİN KOLEKTİF YAŞAM DÖNEMİ BAŞLAMIŞTIR.

Mevcut Kutsal Metinler, HAKİKAT’ in tümünü kapsamamaktadır. Onlar ne abartılmalı ne de küçümsenmelidir. Her biri, beşeri evrimin belirli bir kademe ve veçhesinin ifade, şart, ilke yasa ve motiflerini kapsar. Onların tümü, beşeriyetin dünkü ve özellikle de şuur- idrak düzeyinin altında olan kademelerinin evrimlerine hitap eder mahiyettedirler. Ve onlar, geri beşeriyet tarafından oldukça tahrif ve dejenere edilmişlerdir. Ve onlar artık beşerler için bir evrimleştirici tahrik unsuru olamamaktadırlar.

Kısacası, ALTIN ÇAĞINA KADAR OLAN DÖNEMDE BEŞERİ OLAN HÜKÜM SÜRMÜŞTÜR. ALTIN ÇAĞINDA İSE ARTIK GÖKSEL OLAN HÜKÜM SÜRECEKTİR. BUNA GÖKLERİN EGEMENLİĞİ DENİR (5) .

YERYÜZÜNÜ SATAN BAHÇESİNE ÇEVİRMİŞ OLANLAR (6) , (7)

Şimdiye kadar GÖKSEL KUDRETLER, hep erişilemez yüksekliklerde sanılmış, onların mevcudiyetleri, daima dünya dışında, ötesinde olarak kabul edilmiştir. Bu düşünce, beşeriyete daha bir nefsanileşme ve cüretkarlık vermiştir. Öte yandan, affedilme ve günah çıkarma (!) gibi bazı asılsız ve anlamsız kavram ve düşünceler ise KARANLIK ÇAĞ’ın kurulmasında daha bir etkili olmuşlardır.

Oysa DÜNYA YÖNETİCİ MEKANİZMASI, daima tüm mevcudiyetiyle, beşeriyetin ŞAH DAMARINDAN DAHA YAKIN olmuştur beşeriyete. Bunun böyle kabul edilmemesi, yeryüzünün bir SATAN (şeytan) BAHÇESİ haline getirilmesine yol açmıştır beşeriyetin egoizması tarafından. Ne var ki bu durum, geçilmesi mukadder bir aşama idi ve geçirilmektedir. Çünkü nefsaniyete doymayan beşer, VİCDAN İNSANI olamaz. Bu, bir EVRENSEL YASA’ dır. Fakat bu durumun böyle olması, nefsaniyetin mazur görülmesi anlamına gelemez, çünkü o dizginlenmediğinde ölçüsüz bir yıkım ve yok oluşa götürür. Bu, bir paradoks (aykırı düşünce) gibi görünürse de öyle değildir. Bir yandan nefsani doyum ihtiyacı içindekilere bu olanak verilmiştir, öte yandan vicdani aşamaya sokulmak için ise bir baskı altına alınmıştır insanlık.

Ve nefsaniyet, çağımızda, TANRI YASALARI ‘na SATAN ORGANİZASYONU ile baş kaldırmış ve kafa tutmaya devam etmektedir. NE VAR Kİ GİDEREK TÜM AÇIKLIĞI İLE GÖRÜLEBİLECEĞİ GİBİ VE GÖRÜLDÜKÇE DE ŞİDDETİ GİT GİDE ARTACAK DARBELER İLE, KARANLIK ÇAĞ VE ONU OLUŞTURAN BEŞERİ NEFSANİ SİSTEMLER DARMADAĞIN EDİLECEKTİR. (6) , (7)

Nice milyarlarca beşer varlığı ağır yoksulluk ve yoksunluk içerisinde çırpınmaktadır. Ve onların yaşam haklarını bilinen yollarla çalan, gaspeden ve sömüren belirli bir azınlık, çevrelerindeki beşerleri de kendi zihniyetleri ile teçhiz ederek bir iğrenç dünya saltanatı kurmuştur. Halkları birbirine kırdırarak sürdürmektedirler varlıklarını.
BİR YANDA ÖLÇÜSÜZ YOKSULLUK VE ISTIRAP…
BİR YANDA ÖLÇÜSÜZ ZENGİNLİK VE MUTLULUK…

İşte bu olgu, yeryüzündeki beşeriyetin hazin tablosudur ki BU DURUMU ORTADAN KALDIRMAYA ÇALIŞAN TOPLUMCU GERÇEK SAVAŞÇILAR İSE BİR DÜNYA SATAN ÇETESİNE KARŞI SAVAŞMAKTADIRLAR. İşte peygamberin gerçek izleyicileri bu savaşçılardır. Yoksa, insanlığa karşı ölüm, kan ve işkence makinaları oluşturanlar değil… Ve onları alkışlayanlar değil…

İYİLİĞİN KÖTÜLÜĞE KARŞI NİHAİ SAVAŞI BAŞLAMIŞ BULUNMAKTADIR. Bu olgu bir anda bütün yeryüzünü kaplayacaktır. O zaman hiçbir şekilde iyiliğin ulaşamayacağı sanısıyla kötüler tarafından yapılmış olan kötülük kaleleri ve fildişi kuleleri temellerinden yıkılacaktır.
Ve aydınlık güçler, yeryüzünün bütün yönetim ve denetimini yakında ellerine geçirerek yeryüzünü ışıtma faaliyetlerine girişeceklerdir. Ve o zaman artık kimlerin kim oldukları ve gerçek yüzleri ortaya çıkacaktır.

Bilim araştırma merkezi’nin vazife ve Türkiye adlı eserinden (Nisan 1980) yararlanarak kaleme alınmıştır.


E K L E R :
EK - 1: NOTLAR (2 sayfa)
EK " 2: FATİMA ‘NIN ÜÇÜNCÜ SIRRI adlı dergi yazısının fotokopisi (6 sayfa)

NOTLAR:
(1) ASMA İLE KARAAĞAÇ

Ayakta duramayınca desteksiz kalıp,
Meyve veremez hale gelmişti asma;
Demişti : “Gerçi ben meyve vermem ama,
Bayılırım meyve verene yardıma.”
(ÇOCUKLARA ÖYKÜLER ; Yavuz Keskin;  Ruh ve madde yayınları; 1990; s. 94)

(2) “Bugünkü manzara şudur: Tüm beşer varlıkları geniş bir yol üzerinde, bilmedikleri ve hatta merak bile etmedikleri bir hedefe doğru gözleri kapalı bir halde yürüyüp durmaktadırlar. Bu yol; her biri tayfın ayrı bir rengine boyalı şeritler içermektedir. Her şeritte, o şeridin rengini seven ve o renge sımsıkı yapışmış olan insancıklar, YÜRÜYEN KABİRLER misali gözleri kapalı halde ağır ağır yol almakta ve yürürken de sürekli şekilde kendi şeritleri ile, o şeridi o renge boyamış olan zatı methedip durmaktadırlar. Ayrıca, diğer şeritlerdekilere kara çalmayı da vazife edinmektedirler kendilerine. Bu yürüyüş, asırlardan beri böyle devam etmiş ve daha da devam edeceğe benzemektedir.”
(SUFİ BİLGELİĞİ �" GÜLİSTAN �" Sadi, SINIR ÖTESİ YAYINLARI, S. 24)

(3) “O gün yer yarılıp onlar kabirlerden süratle çıkacaklar, işte herkesin toplanacağı gün budur. O, bize göre kolaydır.” (Kur’an : 50/44)
“ Allah ki ondan başka tapacak yoktur. Sizleri, kopmasında şüphe edilmeyen kıyamet gününde toplayacaktır. Allah’tan ziyade gerçek sözlü kim olabilir? ” (Kur’an : 4/87)

Kıyamet döneminde ortaya çıkacağı bildirilen BİLGİ KİTABI’ na ait ayetler. (Levhi mahfuz değil, yani Ana Kitap değil) :

“ Göklerde ve yerde zerre kadar olanlar bile O’nun ilminin dışında değildir. Bundan daha küçüğü ve daha büyüğü de şüphesiz APAÇIK KİTAP’tadır. ” (Kur’an : 34/3)

“ Bu Kur’an, Allahtan başkası tarafından oluşturulmuş değildir. Ancak, kendinden öncekini doğrular ve ALEMLERİN RABBİ’nden geldiğine şüphe olmayan O KİTAP’ı açıklar. “ (Kur’an : 10/37)

“ yıldızların yerlerine yemin ederim ki, bilseniz bu ne büyük bir yemindir. Bu şerefli bir Kur’an’dır ki, tamamen saf olmayanların dokunamayacağı ve ALEMLERİN RABBİ’nden indirilmiş bir SAKLI KİTAP’ta kaydolunmuştur. “ (Kur’an : 56/77-80)

(4) “Dinin hükümlerini bilmeden ibadet edip duran kişi, değirmen döndüren eşeğe benzer. “ (Hadis-i şerif) (İNSANLIĞI AYDINLATAN BÜYÜK İNİSİYELER �" EDOUARD Schure �" EK BÖLÜM : Muhammed �" Yavuz Keskin, Ruh Madde Yayınları, 1999 s.641)

(5) Vatikan’a, kütüphanesinde saklı tutulmakta olan GERÇEK İNCİL’in niçin açıklanmadığı ve açığa çıkarılmadığı sorulmalıdır. Acaba Papa, Kuzey Afrika �" Ortadoğu �" Orta Asya eksenli HAÇLI SEFERLERİ’nin ilk organizasyon hazırlıklarından da haberdar değil miydi?

(6) FERİSİLER : “Son derece dar görüşlü ve bir o kadar da kibirli bir yapıya sahiptirler. Kendilerine Perslerden intikal etmiş olan ezoterik parıltıları, kaba ve maddi yorumlarının karanlıklarına bulamışlar ve tanınmaz bir hale getirmişler; Batınilikten hızla uzaklaşarak Harici bir tarikat kisvesine bürünmüşlerdi.

“ İşte bu zihniyetle Musa Peygamberin Öğretisini ele aldıklarında, bu sefer de Musa Peygamberin gerçek öğretisiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir dini anlayışı ortaya çıkarmışlardı.

“ Ortaya çıkardıkları bu dejenere edilmiş öğretiyi de Musa Peygamberin dini olarak halka sunmaktaydılar. Onlara göre dindarlık, şekli ibadetlerin yerine getirilmesinden ibaret olan bir şeydi. Dini bayramlarda ve dinen kutsal sayılan günlerde kan ter içinde yollara dökülüp avaz avaz dualar etmekte ve gösterişli bir tavır içinde etrafa küçük miktarlarda sadaka dağıtmaktaydılar.

“ Halktan toplanan Tapınak vergisinden önemli bir pay almakta ve lüks içinde yaşam sürmekteydiler. Halkı tam anlamıyla ellerinin arasına almış durumdaydılar. Dini otoriteyi ellerinde bulundurmamanın yanı sıra siyasi yönetimi de dolaylı olarak kontrol altında tutmaktaydılar. Bölgeye hakim olan Ronma yönetimiyle de aralarını iyi tuttukları için otoritelerini daha da güçlendirmişlerdi.Roma valilerine istediklerini rahatça yaptırabilmekteydiler. “

SADUKİLER : “ Aristokrat ailelerden oluşan bir tarikatti. Ruhbanlık otoritelerini aileden aileye geçirerek sürdürdüklerine inanan ailelerden kurulmuş olan bu tarikatın üyeleri haşin ve inatçı bir mizaca sahipti.
“ Yiyip içip çılgınca evlenmeyi çok seven insanlardı. Kendilerini tüm insanlardan üstün görmekte ve bunun veraset yoluyla kendilerine sunulmuş bir ayrıcalık olduğunu düşünmekteydiler.
“ Materyalist bir görüşe sahiptiler ve ruhun varlığına inanmıyorlardı. Onlar için din, sadece ruhban sınıfının düzenlediği törenlerden ibaret bir şeydi. Ferisilerin düzenledikleri dini törenlere de alaycı bir eda ile bakan Sadukiler, görünüşte Yahudi tarikatıydı, ama neye inandıkları bile belli değildi. Ancak şurası bir gerçek ki, bu tarikatın en az Ferisiler kadar toplumda etkileri vardı.” (İSA PEYGAMBERİN GİZLİ ÖĞRETİSİ �" Ergun CANDAN, SINIR ÖTESİ YAYINLARI, 2007, S. 240-241)


(7) “ Sanedrin alelacele toplanmıştı. İsa huzura gece yarısı çıkarılmıştı. Zira mahkeme, bu tehlikeli peygamberin işini bir an önce bitirmek niyetindeydi. BAŞLARI TÜRBANLI olan LAL RENGİ, SARI ve EFLATUN TÜNİKLİ TAKDİME RAHİPLERİ yarım daire oluşturacak şekilde şatafatlı havalarla yerlerine kurulmuşlardı. Onların tam ortasında yer alan yüksek bir iskemleye de, büyük rahip, yani Kayafa kurulmuştu (…) (İNSANLIĞI AYDINLATAN BÜYÜK İNİSİYELER - Edouardo Schure, Ruh ve Madde Yayınları, 1999, s. 579)


Ferisi ve Saduki rahiplerden oluşmuş bulunan bu Mahkeme, İSA’nın ÇARMIHA GERİLEREK öldürülmesine kara vermişti. O andan itibaren de HAÇ, bu iki Yahudi tarikatının İSA’ya ve ÖĞRETİSİNE karşı kazanılmış SÖZDE ZAFERİN SEMBOLÜ haline gelmişti. Daha sonra anlam kargaşası yaratarak bu sembolü İsevilere de benimsetmişler ve İseviler, göğüslerinde ve kalkanlarında bu sembol ile Türk ve İslam alemine, o aleme özgü ulusal ve kutsal değerleri laçkalaştırmak üzere , nice sefer düzenlerlerken bu Ferisiler ve Sadukiler onlara bıyık altından nasıl sırıtmışlardır kimbilir !

Hele hele, 21 inci yüzyılda yaşayanları ise, İSA’ya ve ÖĞRETİSİNE karşı kazanılmış SÖZDE ZAFERİN diğer sembolünü, yani TAKDİME RAHİPLERİ’nin başlarına geçirdikleri TÜRBAN ile giydikleri RENGARENK TÜNİKLERİ, kendi yurtlarının ulusal bütünlüğünü bozma ve Muhammedi öğretiyi laçkalaştırma aracı olarak kullanmışlar ve O ONURLU ULUSUN ÖFKESİNİ, PATLAMA NOKTASINA GETİRMİŞLERDİR.

Yavuz Keskin
Em.Og. Alb.
Fransizca ogretmeni
(1960-Fr-4)




EK – 2: FATİMA ‘NIN ÜÇÜNCÜ SIRRI adlı dergi yazısının fotokopisi (6 sayfa)