G İ R İ Ş (s:1-11)
M. Kemal Atatürk'ün XXV. ölümü yıldönümünde Türk Tarih Kurumu konferanslar tertip etmiş ve bunları kitap halinde, yayınlanmıştır. O yıl aynı zamanda "Unesco" Genel merkezinde, bütün üye olan devletler Atatürk'ü anma kararı almış ve bu üye milletlerin kültür teşekkülleri yayınlar yapmışlardır.
Türk Tarih Kurumu'nun bu konferanslar serisinde ben "Atatürk' ün vatandaşlık hak ve vazifeleri üzerindeki düşünceleri" konusunu ele alarak işledim ve bilhassa Atatürk'ün el yazılarıyle olan belgeleri dinleyicilere gösterdim. O tarihten itibaren elimde bulunan bütün yazıları tasnif ederek kitap halinde yayınlamayı istedim. Meslek arkadaşlarım da beni bu hususta teşvik ettiler. O konferansımda bütün "Medeni Bilgiler" kitabımın her konusunu belgeleriyle göstermeme imkân yoktu. Bunun için Atatiirk'ün XXX. ölüm yıldönümü vesilesiyle bu "Medeni Bilgiler" kitabmın hazırlanma tarzını, el yazılarıyle belgelerine dayanarak izah etmek istiyorum. Bu yazılarm çoğunluğu Atatürk'ündür.
Aynı zamanda Atatürk'ün muhitinde konuşulan konulan ve çeşitli meseleler üzerindeki düşünceleri de tespit etmiş olacağımı. Atatürk'ün etrafındaki toplantılardan daima bahsedilmektedir.
Burada bulunanlar hâtıralarmı kendi görüşlerine göre yazmışlardır. Tarihci ve ediplerimiz ise bu toplantıları işittikleri veya okuduklarından çıkardıkları neticeye göre yazmak istemektedirler.
Benim şahit olduğuma göre Atatürk'ün etrafında toplanmalar çok çeşitlidir. Gündüzleri çoğunlukla hususi kütüphanesinde daima bir kaç kişi ile ya çalışır veya belirli bir konu üzerinde konuşmalar yapardı. Bunlar otomobil veya motor gezintilerinde devam eder ve çoğuıılukla Ankara'da çiftlik evlerinde ya davetlileri veyahut oraya toplannıış olan halk ile doğrudan doğruya meseleleri konuşur ve fikirlerini sorardı.
Bu hal memleket içi seyahatlerinde daha kesif olarak uygulanır, trende vapurda ve uğradığı her yerde daima yeni konular ve tetkikler açıklanarak üzerlerinde münakaşalar yaptırmasını severdi. Atatürk'ün günlük entelektüel yaşayışı her zaman her muhitte tatbikat sahası bulur ve karşısında imtihana çekilenler eksik olmazdı.
Bir örnek vermek için şu olayı anlatmalıyım. Bir gün dişlerini tedavi etmek için gelen hekime, o sırada benim elimde okuduğum sosyoloji kitabından, sorular sormaya başladı. Tabii buna derhal cevap verecek durumda olmayan diş hekimi mahcup olmuştu. Ben buna müdahale ederek hemen kitabı getirdim ve bunun pek yeni neşriyat olduğunu gösterdim. Atatürk bir taraftan da işi şakaya getirerek diş hekimine şöyle söyledi : "Biliyorum, siz kendi mesleğinizde en büyük başarıyı gösteriyorsunuz, fakat bunun yanı başında başka meselelerle de ilgilenerek okumanızı teşvik etmek istedim ve bu kadar aykırı bir konuyu bilhassa seçtim" dedi. Diş hekimi ertesi gelişinde bu konuya ait bir çok kitap tedarik ederek okumuş ve bu sefer o Atatürk'e bunlardan bazı sorular sormuştu.
Buna daha pek çok verilecek örnekler vardır.
Yine meselâ Atatürk'ün motor ile mutad Boğaz gezintilerinde mutlaka bir kitap veya bir mesele konuşma konusu olur ve o gezintinin sonunda herkes bir şeyler öğrenmiş olurdu.
Bir de bunlara eklenen Atatürk'ün akşam toplantıları vardır. Buraya davet edilenler, bulunulan çevreye göre değişir. Ankara'da bulunulduğu zaman âdet şöyle idi: Atatürk'e her gün, genel sekreter gelen evrak üzerinde bilgi verir ve emirlerini alır. Duruma göre memleket meseleleri ve dış olaylar için kendisi direktifler verir bazen de meseleleri derinlemesine soruşturur, bilgi alırdı. Bu arada başbakan ve bakanlardan bazıları lüzum gördükleri zaman yine hükümet işlerini görüşmeye gelirler. Meselâ Genel Kurmay başkanı mareşal Fevzi Çakmak ekseriya konuşmak için gündüzleri gelirdi.
Akşam üzeri başyaver yanına gelir ve sofraya kimlerin davet edilmesini emrettiklerini sorardı. Atatürk bu listeyi o günkü çalıştığı ve okuduğu kitaplarla ilgili kimseler olmasını ister ve ona göre yazdırırdı. Derhal burada şuna da işaret etmeliyim ki, Atatürk devrinin, mesleklerinde isim yapmış şahısları daima onun etrafında toplanmıştır. Onun için memleketin aydın kişilerini, o muhitte tanımak ve konuşmak daima mümkün olmuştur. Bu, sadece Ankara ve İstanbul'da değil,
memleketin çeşitli yerlerine gidildigi vakitte böyle olur, o çevrenin tanınmış aydın kişileri bu toplantılara çağırılırdı. Ancak her akşam başyaverin yazdığı listedeki kimseler, bazen mâzeretleri otur gelemezler veya orada bulunmazlar, onun için listelerde yazılı olanlar her zaman bir araya gelemezler vey ahut toplandıktan sonra bir başka isim ortaya atılır, geç de olsa hemen haber gönderilerek davet edilirdi. Devlet adamları bilhassa başbakan, dahiliye ve hariciye bakanları ise istedikleri zaman gelebilirlerdi.
Şimdi, bu kitabı ve belgeleri yayınlama vesilesiyle şahidi olduğum olaylar hakkında bazı bilgiler vermek istiyorum. Ancak kendi mesleki hayatımdan bahsetmemin mazur görülmesini rica ederim.
1929/1930 ders yılında Ankara Musiki muallim mektebinde öğretmenlik görevime, Yurt bilgisi ve Tarih derslerini vermek üzere başlamıştım. Yurt bilgisi için okutacağım ders kitabını Atatürk gördüğü zaman bunu yeterli bulmamıştı. Kitabın konuları ise kendisini de ilgilendirdiği için evvela benim Fransız lisesinde okuduğum "Instruction civique" kitabımdan bazı tercümeler yapmamı istedi. Aynı zamanda, bu konulara ait çeşitli kitapları, genel sekreteri Tevfik Bıyıklıoğlu'na araştırtarak Almanca'dan bazı tercümeleri yaptırmıştı. Kendisi fransızcadan ve Türkçeden okuduklarına bu tercümelerden de istifade ederek, bazı konuları bizzat yazmış veya bizlere yani bana ve genel sekretere dikte ettirmiştir. Benim o zamanki çalışmalarımı bu konulara ait kitapları aramak, okumak ve icabederse tercüme ederek notlar almak idi. Bu suretle Yurt bilgisi derslerimi program uyarınca bu yeni incelemelere göre veriyordum. Okulda kız ve erkek öğrenciler beraber okuyorlardı. O tarihte yürürlükte olan kanunlarımızda kadınlara seçim hakkı tanınmış değildi.
Bir ders tatbikatı olarak, bütün ders verdiğim sınıflarda Belediye kanununa göre seçim denemesi yaptırdım. Öğrenciler heyecanla bu işte çalıştılar, rey kutuları hazırladılar. O zaman yürürlükte olan Belediye kanunu tam manasıyle tatbik edildi ve belediye başkanı olarak da bir kız arkadaşlarını seçtiler. Bunun üzerine bir erkek öğrencinin itirazı ile karşılaştım. Diyordu ki : "Mevcut kanunun bize öğrettiğine göre kadınların rey verme hakkı olmadığı gibi, seçilemezler de". Öğrenci itirazında haklı idi, ama ben öğretmen olarak şu telkinde bulunmayı münasip gördüm. "Bu öğrendikleriniz ilerisi için sizlere lüzumlu olacaktır. Kadınlarımız da yakında rey hakkı kazanacaktır" dedim. Fakat bu sözlerimin erkek ögrenci karşısında öğretmenlik otoritesinin ötesine geçmiyeceği muhakkaktı.
İşte böylece ögrencilerimden birinin bu itirazı ve soruları beni kadın hakları üzerinde çalışmaya teşvik etti.
Aynı gün Gazi Orman çiftliğindeki Marmara köşkünde Atatürk ile İçişleri Bakanı Şükrü Kaya'ya bu olayı, Türk kadını olarak rey hakkına malik olmadığımızdan çok müteessir olduğumu anlattım.
Atatürk bana bu konuda çalışmamı ve başlıca memleketlerde bu meselelerin nasıl hal edilmiş olduğunu tetkik etmemi tavsiye etti. İtiraf edeyim ki o sıralarda ben bu hususta hemen hiç bilgi sahibi degildim. Fakat kız ve erkek öğencilerimin karşısına, bu haklardan mahrum olan bir öğretmen olarak da çıkmak istemiyordum. Çok severek başladığım ögretmenlik hayatımdan ve vazifesinden ayrılmak da bana ağır gelecekti. Bununla beraber Atatürk'e şunu söylemekten kendimi alamadım : "Hiç olmazsa erkek öğrencim kadar bir hak sahibi olmadan o sınıfa ders veremiyeceğim" dedim. Bu sırada İçişleri Bakam Şükrü Kaya, B. M. Meclisinde bir yıldan beri müzakere edilmekte olan Belediye kanununda bu işin ele alınabileceğini ifade etti. Atatürk düşünüyordu. Birden "Başvekille konuşuruz, fakat bu meselede hazırlıklı olmak ve münakaşa etmek lâzımdır" dedi. Kendisi o akşam Çankaya köşküne devlet adamlarından, Hukuk mektebi (o zaman henüz fakülte değildi) hocalarından ve daha başka bu meseleleri konuşabilecek kimseleri davet ettirdi. Konu açıldığı vakit, kadınlarm rey hakkına taraftar olanlar bulunduğu gibi, buna karşı olanların fikirleri de tartışılmaya başlandı. Ben heyecanlı idim ama, tam inandırıcı deliller bulamıyordum. Fakat o günden sonra bir çok kitap okumaya başladım. Diğer memleketlerdeki durum hakkında bilgi sahibi oldukça bu münakaşalar benim için daha istifadeli oluyordu.
Şimdi B. M. Meclisi zabıtlarında bu meseleyi tetkik edecek olursak durumu şöyle tespit edebiliriz : 20 Mart 1929 tarihinde Başvekil İsmet (İnönü) imzasıyle hükümet teklifi olarak B. M. Meclisi'ne yazılan tezkesede şunlar yazılıdır :
"Dahiliye vekâletince hazırlanan ve icra vekilleri heyetinin 6.3.1929 tarihli içtimaında yüksek meclise arzı kararlaştırılan Belediye kanun lâyihası esbabı mucibesiyle birlikte takdim olunmuştur".
Bu kanun lâyihasının uzun mucip sebepleri kısmında, kadınların rey verme meselesi teklif edilmemiştir.
Fakat tam bir yıl sonra 20 Mart 1930'da bu kanun'un müzakeresi için B. M. Meclisinde müstaceliyet (ivedilik) kararı alınıyor. (Yalnız Kars mebusu Agaoğlu Ahmet itiraz ediyor) 22 Mart 1930 cumartesi, 24 pazartesi, 27 perşembe, 29 cumartesi ve 31 Mart pazartesi bu kanun üzerine çeşitli yönlerden münakaşa ve müzakereler oluyor. Nihayet 3 Nisan 1930 perşembe günü 164 maddeli Belediye kanunu, kadınlara da rey verme ve seçme hakkı vererek kabul edilmiş oluyor. Aynı gün Türkocağı salonunda Atatürk'ün de hazır bulunduğıı bir toplantıda ilk konferansımı Kadın hakları üzerinde vermiştim.
Bu sırada B. M. Meclisinde aza adedi 316 dır. Bunların içinden 198' i reye iştitak ile kabul etmişlerdir. Red ve müstenkif kalanlar yoktur. Reye iştirak edemeyenler 117 kişidir.
Yine bu kanunun kabul edildiği tarihte Hükümeti teşkil eden üyeler şunlardır :
Başvekil : İsmet İnönü
Milli Müdafaa Vekili : M. Abdülhalik (Renda).
Adliye " : Mahmut Esat (Bozkurt)
Maliye " : Şükrü Saraçoğlu
Hariciye " : Tevfik Rüştü (Aras).
Dahiliye " : Şükrü Kaya
Maarif " : H. Vâsıf (Çınar)
Nafıa " : Recep (Peker)
İktisat " : M. Rahmi
Sıhhat ve İçtimaî Muavenet : Dr. Refik (Saydam)
Diğer taraftan Yurt bilgisi'nin programına göre diğer konular da bu yukarıda açıkladığım tarzda hazırlanırdı. Ben bunları ders planına uygun olarak tertip ederdim. Bir kısmını ise broşür olarak bastırır, ögrencilerime dağıtırdım. Fakat bu konuların asıl ilgi çekici yönü, Atatürk'ün toplantılarında bulunanlar arasında tartışmaların yapılması idi. Devlet adamları, askeri erkân, hukukçular, edipler ve günün diğer aydın kişileri arasında konu ortaya atılır, herkes fikrini ve bilgisini açıklamak fırsatını bulurdu. Kara tahta yemek odasının başlıca mobilyalarından biri idi, bunun üzerinde icabederse konuşanlar yazarak veya çizgilerle fikirlerini anlatma yolunu tutarlardı. Konuşmalar muntazam ve usulüne göre, ya Atatürk tarafından idare edilir veyahut bu idareyi başka bir arkadaşına verirdi. Bu konuşmalar çok faydalı ve bilhassa benim için çok öğretici idi. Elimde daima kalem kâğıt bulunduğu için de hemen her şeyi not ederdim. Ayrıca bir tarif veya bir mesele üzerinde daha etraflı konuşulmasını temin için sorular yazdırılır ve davetlilerin ertesi akşama hazırlıklı gelmeleri temin edilirdi. Devlet adamlarımızın Atatürk'ün özel kütüphanesinden okumaları için birer kitapla çıktıkları çok olurdu. Bu vesile ile devlet teşkilâtımız ve kanunlar üzerinde konuşulur ve günün ihtiyaçları gözönünde tutulduğu gibi, medeni icapların sosyal bünyemizdeki yararlı olabilecek prensipleri görüşülürdü. Benim için bu toplantılar ve konuşmalar bilgi edinme bakımından en faydalı bir şekil idi. Tabii bu arada günün siyasi olayları, memleket meseleleri, tarihi konular da konuşma konusu olurdu. Şimdi bu açıklamalardan sonra "Medeni Bilgiler" adını verdiğimiz Yurt Bilgisine ait belgelerin elimde olanlarım şöyle sıralayabilirim :
1) Tercümeler ve çeşitli notlar.
2) El yazılarıyle ilk müsveddeler (bunlar Atatürk'ün, Tevfik Bıyıklıoğlu ve benim) üzerinde düzeltmeler, ilâveler ve çıkarmalar vardır.
3) Tape edildikten sonra yeniden ilâve düzeltmeler olan kısımlar.
4) Bütün devlet ve hükümet teşkilâtından toplanmış olan bilgileri içine alan dosyalar (Bunlar sonradan Recep Peker'e verilmiş ve onun hazırlamasıyle Medeni Bilgilerin II. cildi basılmıştır).
İşte bütün bu yazılardan sonra yayınlanan broşür ve kitaplar ise şöyle sıralanabilir :
1) Broşür ve risale şeklinde "Türk Çocuklarına Yurt Bilgisi Notları". Ankara 1929.
2) Her konu için ayrı kitap olarak : İntihap, 72 sahife, Askerlik vazifesi, 77 sahife, Şirketler ve Bankalar, 172 sahife, Vergi bilgisi, 98 sahife. Bu dört kitap 1930 yılında İstanbul'da basılmıştır.
3) Bütün bu konuların toplu olarak bir arada basılmış kitabı (141 sahife) "Vatandaş İçin Medenî Bilgiler" adını taşır. İstanbul 1930.
4) "Vatandaş İçin Medenî Bilgiler" adı altında orta okullarda okutulmak üzere basılmış olanlar ise şu tarihlerdedir : Maarif Vekâleti Millî Talim ve Terbiye dairesinin 7.IX.1931 tarih ve 2297 numaralı emriyle 7.VI.1932 tarih ve 1908 numaralı emriyle (191 sahife).
27.VI.1933 tarih ve 3113 numaralı emriyle (302 sahife). Bu kitaplar pek çok adette basılmıştır. Ancak her basılışta yeniden üzerinde düzeltmeler ilâveler yapılmış veyahut bazı kelimeler çıkanlmıştır. Meselâ 1930 da çıkan kitapta "Mutedil Devletcilik" (S. 79) konmuş iken sonradan "mutedil" kelmesi silinmiştir. Bu kitabın ilk sahifesinde "vatandaş için medenî bilgiler neden bahseder? "başlığı altındaki izahlarda Atatürk'ün el yazısı ile bir ilâve vardır : "İşte vatandaşlara, gerek Devlet ve hükümetle ve gerek aralarındaki münasebete nazaran mevcut vazifeleri ve hakları ve umumiyetle Devlet teşkilâtını ögreten bilgiler, Medenî Bilgiler namı altında toplanmıştır". S. 11, İstanbul 1930.
Yukarda da izah ettiğim gibi bütün bu konular üzerindeki çalışmalar ve Atatürk'ün muhitinde olan münakaşalar daima çok ilgi çekici olmuştur. Ancak, bu kitabın didaktik yani öğretim usulüne uygun bir tertip içinde olması ve üslûbunun sadeleştirilmesi lâzımdı. Bu bakımdan okullarda okutulmasına devam için bazı çalışmalarım oldu ise de, zamanımı tamamen tarihî konulara ve Cenevre'de Üniversite tahsiline verdigim için bu iş neticelenmemiştir.
Bu kitaplar benim ismimle çıkmış olmasına rağmen, Atatürk'ün fikirleri ve telkinlerinden mülhem olduğunu ve üslûbun tamamen kendisine ait olduğunu tarihî hakikatleri belirtmek bakımından bana düşen bir ödev telâkki ediyorum. Ben bu konularda çalıştım, notlar hazırladım ve dersimi onlara göre verdim. Bu kitabımı Atatürk'ün çalışmaları ve fikirleri olarak yayınlarken, onun el yazılarını da birer belge olarak koymak istedim.
Şimdi bazı meseleler üzerinde durmak istiyorum. Meselâ "Millet" bahsi için toplanan notlar şöyledir :
Hukuku Esasiye : 1. Siyasî varlıkta birlik, 2. Irk birliği, 3. Lisan birliği, 4. Din birliği.
Mehmet Emin B. : 1. Mazi birliği, 2. Lisan birliği, 3. His birlğgi, 4. Gaye birliği, 5. Menfaat birliği, 6. Irk birliği, 7. Toprak ve iklim birliği.
Ansiklopedi : 1. Menşe birliği, 2. Cismanî benzeyiş, 3. Ahlâk karabeti, 4. Tarihî yahut siyasî karabet, 5. Aynı memlekette sâkin olmak.
Bütün bu notlardan ve daha başka okunan kitaplardan çıkan netice şöyle formüle edilmiştir : "Millet dil, kültür ve mefküre birliği ile birbirine bağlı vatandaşların teşkil ettiği siyasî ve içtimaî bir heyettir.
Bu münasebetle o tarihte yürürlükte olan Anayasamıza (Teşkilâh Esasiye) dayanarak Atatürk'ün notu şudur : "Bizim telâkkimize göre siyasî kuvvet, millî irade ve hâkimiyet milletin vahdet halinde müşterek şahsiyetine aittir, birdir, taksim ve tefrik ve ferağ olunamaz..."
Hâkimiyet bahsinde ise şu cümlelerin önemine işaret etmeden geçemiyeceğim :
"Artık bugün demokrasi fikri daima yükselen bir denizi andırmaktadır. XX. asır bir çok müstebit hükümıetlerin bu deniz de boğulduğunu göstermiştir. Demokrasi prensibi hâkimiyeti istimal eden vasıta ne olursa olsun esas olarak milletin hâkimiyete sahip olmasını ve sahip kılmasını icap ettirir"
Hak ve vazife üzerine olan yazılar ayrı bir başlık altında yazılmıştır. Atatürk diyor ki :
"Hakların en birincisi yaşamak hakkıdır, diğer bütün haklar ve bu haklara mukabil vazifeler hep yaşamak hakkına dayanır... Şüphe yok ki insanın yaşamak hakkı onu diğerlerinin yaşamak hakkına riayet etmek vazifesiyle bağlar. Bir insanın hakkı diğer bir insan için vazife olur... Hakkın bulunduğu yerde vazife ve vazifenin bulunduğu yerde hak vardır... İnsanlar içtimaî hayatta haklardan ve vazifelerden örülmüş bir şebeke içinde tasavvur olunabilir".
Bu ifadelerden sonra diğer önemli bir izahta, Hak ve vazifeyi hukuk kaidelerinin tayin ettiği ve bunun Devlet tarafından tatbik edildiğidir. Atatürk'ün yazısı aynen şöyle :
"Tabiaten her insan, içinde yaşadığı cemiyette hayatın en mesut, en kolay, en tatlı taraflarının kendisine düşmesini ister ve en kuvvetlî olan kendisinden zayıf olanları hiçe sayar. Bunun neticesi huzur, sükûn emniyet ve intizam içinde yaşamak imkânsızdır. İşte insanlar arasında kavga yerine birbirine yardım, karşılıklı hürmet, intizam koyan, herkese haklarını ve vazifelerini tanıtan hukuk kaideleri ve bunların müstekar bir surette tatbikidir. Bu iş ancak devlet teşkilâtının ve kuvvetin bulunması sayesinde kabildir. Devlet herkesin hakkını ve vazifelerini tayin eder. Hiç kimse tayin edilen hudut haricinde bir hak iddia edemez. Bunun gibi kendisi de fazla hiçbir vazife ile mükellef tutulamaz".
Bu bahsin sonuna eklenen fikir, ise, bu haklann ihlâli ve vazifelerin ihmali halinde zarara uğrayan hem fert hem de cemiyet olduğıına göre, bunun tatbiki ve kontrolünün Devlet müessesesine ait olacağıdır.
Bu münasebetle Atatürk'ün en çok üzerinde kitap okuduğu ve bizleri çalıştırdığı mefhum da "Hürriyet' kelimesi olduğuna işaret etmeliyim. Bunun için kitapta yayınlananlardan gayrı elimdeki notların mahiyeti çok ilgi çekicidir. Hürriyet bahsi için tercümeler olduğu gibi ayrıca da Atatürk bazı arkadaşlarından Hürriyet'in târifini istemiş, Meselâ Erzurum mebusu Tahsin (Uzer) 25.1.1930 tarihindeki yazısında şöyle bir tarif veriyor: "Ferdin, memleketinde bütün hukukuna mâlikiyetidir".
Diğer bir kâğıtta da yazısını tanıyamadığım bir şahsın şu izahı var :
"Fertlerin cemiyete ihtiyarlariyle terkettikleri haklanndan mütebakisini, diledikleri gibi kullanabilmeleridir".
Aynı kâğıdın arkasında başka bir yazı ile şu not var :
"1 - Hürriyet kendini bizzat kendi içinde yok eden bir mefhumdur. Bu küçük kâğıtların içinde Atatürk'ün el yazısındaki tarif ise çok kısa "Hürriyet, insanın mutlak olarak düşündüğünü yapabilmesidir".
Bu notlardan sonra Atatürk'ün kendi yazısı ile "Hürriyet" üzerinde uzun yazıları vardır. Bu yazılann kaleme alındığı tarih 1930 yılının Ocak ve Şubat aylarıdır.
Bu notlardan Hürriyet'e ait geniş izahat verilmiştir. İfade üslûp tamamen Atatürk'ündür.
"Hürriyet insanın düşündüğünü ve dilediğini başka birinin hiçbir tesir ve müdahalesi olmaksızın mutlak olarak yapabilmesidir. Bu târif Hürriyet kelimesinin en geniş mânasıdır. İnsanlar bu mânada Hürriyete hiçbir zaman sahip olmamışlardır ve olamazlar. Çünkü malumdur ki insan tabiatın mahlûkudur. Tabiatın kendisi dahi mutlak hür değildir, kâinatın kanunlarına tâbidir".
Bundan sonraki izahlar ise tarihî seyre göre mutlak idarelerde fertlerin hürriyetlerinin tamamen hükümdarın elinde olduğu ve asırlar boyunca fertlerin şahsî hürriyetleri için mücadele ettikleri anılatılır.
Atatürk'ün yazısında netice olarak şu hüküm var :
"Ferdi Haklar nazariyesinin temeli şöyle kuruldu : Her türlü hakkın menşei ferttir. Çünkü şe'ni hür ve mes'ul olan mahlûk yalnız insandır. Fakat diğer taraftan insanların içtimaî ve siyasî teşekküller halinde bulunması da tabiî ve lüzumludur. Bu teşekküller ise kısmen zarurî, mukadder kanunlar ahkâmına göre tekâmül eder" diye kaydedildikten sonra, ferdî hürriyeti ve hakkı temin eden Devletin mütekâmil bir müessese olacağı ileri sürülüyor. Bununla beraber Atatürk'ün bundan sonraki açıklamalarında ferdî hürriyete dayanan içtimaî ve medenî insan hürriyetini temin eden kuvvetin ise Devlet bünyesinde mevcut olması lâzım geldiği ve devletin millete karşı esas vazifesinin bu olduğu kabul ediliyor.
Diğer taraftan "ferdî hürriyet derecesi devlet faaliyetini zaafa düşürmemek lâzımdır. Devletsiz bir cemiyet veyahut zaif bir devlet hayatının neticesi herkesin herkese karşı mücadelesidir. Bu mücadele ekseriyefin hürriyetini boğmayacak surette tadil olmak lâzımdır. Tâdil keyfiyeti ferdin mesuliyeti teşebbüsüne ve inkişafma halel verecek dereceye götüsülmemelidir."
Teşkilâtı Esasiye m. 68 de "Her Türk hür doğar, hür yaşar" maddesinin tekrarından sonra Atatürk şu hükmü veriyor :
"Türkler demokrat, hür ve mes'ul vatandaşlardır" "Türk Cumhuriyetinin kurucuları ve sahipleri bizzat kendileridir".
Bu cümlesiyle Atatürk millet bütününe değer vermenin en güzel örneğini vermiş oluyor.
Başka bir yazısında, o şöyle bir ifade kullanıyor :
"Demokrasi, vatandaş hayatını tahakkuk ettirmek ve her türlü ferdî ve içtimaî vazifelerinin ifası hürriyetini ve imkânlarını bırakır: "
Atatürk böylelikle orta okulların seviyesinin çok üstünde olan bu fikirleri, kendi üslûbuna göre ifade ederken "Hürriyet" mefhumu içinde "medenî vatandaş" olmanın esaslarını ve prensiplerini izah ediyor. Meselâ yine "Bir milletin kültürü (hars) yükseldikçe, ferdî hürriyetin tatbikat sahaları genişler ve çoğalır. Muhtelif şekilde bir birinden ayrı ve müstakil ferdî hürriyetler meydana çıkar. Bu hürriyetler mahiyet ve tabiatlarına göre iki gruba ayrılırlar :
1 - Şahsî Hürriyet 2 - İçtimaî Hürriyet. Bu ikinci grupta bilhassa Basın Hürriyeti ve basının efkârı umumiye üzerıindeki rolü oldukça uzun bir şekilde izah edilmiştir. Ancak, esas fikir şu cümlede özetlenmiştir : "En büyük hakikatlar ve terakkiler, fikirlerin serbest ortaya konması ve teati edilmesi ile meydana çıkar ve yükselir."
Fakat yine bütün bu yazılarda vatandaşın her türlü medenî hakları karşısında vazife mesuliyetinin olduğu fikri paralel olarak ifadesini bulmuştur. Onun için "Vatandaşların teşebbüs ve mesuliyet hisleri ne kadar inkişaf ederse Devlet için o kadar iyidir" diyor.
Hürriyetin bir neticesi olarak vatandaşların eşit haklara sahip olmalarını Anayasa'nın esaslı bir hükmü olarak kabul eden Atatürk "Eşitlikten maksat, kanun önündeki haklarda eşitliktir" diyor.
Atatürk'ün bu "Medenî Bilgiler" vesilesiyle kaleme aldığı ve bizleri de çalıştırdığı konularda, Cumhuriyetimize temel olan prensiplerinde kanuna ve asrımızın umumi hukuk kaidelerine uyan esasları bulunmaktadır.
Atatürk, Türk vatandaşına hak tanıdığı yerde bir vazife karşılığını koymak istemiştir. "Tembellik bütün fenalıkların anasıdır". atasözü karşısında çalışmanın ferdî ve içtimaî vazife olduğunu belirtmiştir.
Atatürk vatandaşı, milletin bir ferdi olarak aile, cemiyet ve devlete karşı vazifeli telâkki ederken "milletin, medenî beşeriyetin bir ailesi olması noktai nazarından bütün insanlığa karşı bir takım vazifeleri" olduğuna bilhassa işaret etmek istemiştir.
Böylece Atatürk, Türk vatandaşının medenî âlemde hür, eşit, vazife ve hak sahibi, mesuliyetlerini müdrik kişiler topluluğu olarak millet bütününü teşkil etmesinde en büyük medenî vasfı bulmuştur.
14 Haziran 1968 Prof. Dr. ÂFETİNAN
Vatandaş İçin Medeni Bilgiler G İ R İ Ş (s:1-11)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder