CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR

Sakarya Meydan Savaşı Hakkında

Saygıdeğer Arkadaşlarım!

Milletimizi yok etmek niyetinde ve girişiminde bulunan düşmanlarımız, I. Dünya Savaşı’nda, içinde bulunduğumuz grubun mağlûbiyetinden yararlanarak amaçlarını hızlı bir şekilde gerçekleştirme girişimlerinde bulundular. Herkesçe bilinir ki; ateşkes zamanında memleket ve milletin hayatını savunmak için elimizde var olan bütün araçları almak hususunda girişmedikleri hiçbir yol kalmamıştır. Gerçekten ordumuz dağıtılmış ve elimizde silâhımız, topumuz hemen yok denecek bir duruma getirilmişti. İşte böyle bir zamanda idi ki, düşmanlar amaçlarını tamamen sağlamak için Yunan ordusunu memleketimize saldırttılar. Bu sırada düşman karşısına çıkabilenler yalnız kalp ve vicdanları hürriyet ve haysiyet ateşiyle dolu millet fertleri olmuştu.



Gerçekten Yunan ordusu, karşısında yalnız millî
kuvvetlerden ibaret zayıf bir hat bulmuştu. Fakat, bunun gerisinde millet ve milletin temsilcilerinden oluşmuş olan yüce heyetiniz varlığımızı savunmak için tek vasıtanın ordu olduğunu kabul ederek, böyle bir orduyu meydana getirmek için, bütün yardım ve çabalarını harcamaya başlamıştı. Ancak düşmanlarımız bize bu fırsatı vermek istemediklerinden derhal millî kuvvetlerimizin üzerine hücum ettiler. Ve bunun sonucunda Bursa, Uşak gibi değerli
şehirlerimiz de -İzmir gibi- zoraki düşmanın eline geçti. Fakat, hükûmet, hükûmetimiz bundan etkilenmedi. Ve bir an bile duraksamadan, ordusunu oluşturmak için hazırlıklarına devam etti. Ve bu gayret ve emeklerle, memleketin harp kısmında ordunun ana öncüsü denebilecek bazı teşkilâtlar şekillenmeye başlamıştı. Fakat, düşman bunu mutlaka önlemek için fırsat arıyordu.


Ordunun vücut bulmasını kendi çıkarlarına aykırı gören bazı hainler, İstanbul ileri gelenlerinin, İstanbul’un daima tehlikeyi göremeyen ileri gelenlerinin hareket tarzından da yararlanarak hükûmetimize isyan etti ve düşmanlara katıldı. Bunu çok uygun bir fırsat sayan düşmanlarımız; derhal baskın tarzında Bursa’dan, Eskişehir yönünde taarruza geçtiler. Öyle bir zamanda idi ki, kuvvetlerimiz Gediz ve Simav taraflarında uğraşıyorlardı. Fakat, bu meşgul olan kuvvetlerimiz derhal İnönü’nde toplandı, düşman taarruz ve tecavüzüne karşılık verdi ve ordumuz millî tarihimize Birinci İnönü zaferini yazdı. Gerçekte İnönü’nde bu zaferi kazanmıştık; fakat arzu edilen orduyu meydana getirmek için gereken zaman gecikmişti. Bundan dolayı artık bundan sonra yeniden ordumuzu oluşturmak ve şekillendirebilmek için çalışmaya başlandı. Düşmanlarımız bu hazırlıkların da önüne geçmek istediler. Bu kez daha çok kuvvetlerle ve daha büyük ölçüde, çeşitli yönlerden yeni bir baskın hareketi gerçekleştirmişlerdi. Bu baskın hareketi de yine ordumuz tarafından emniyet ile karşılanmış ve sonucunda da İkinci İnönü zaferini kazanmıştık. Tıpkı birincisi gibi, bu ikinci zafer elde edilmekle beraber ordunun hazırlıkları için yine gecikme olmuştu. Bundan dolayı üçüncü kez yeniden pek büyük emek ve çabalarla ordunun hazırlıklarına devam edilmeye başlandı.


Üzerimize saldıran Yunan kuvvetleri, böyle Türk kuvvetlerine çarparak parçalandıkça, gerçekten bizi yok etmek isteyen düşmanlarımız daha büyük ölçüde önlemler almak, gayret ve hırs uyandırmakla uğraştılar. Ve bütün bu çalışma sonucunda Yunanistan’ın hemen bütün silâhlı kuvvetlerinden oluşmuş son derece mükemmel, donanmış, kuvvetli ve büyük bir ordu Anadolu’nun içerisine saldırdı. Artık düşmanlarımız bir görüşe varmışlardı ki, bu kuvvetli ordu, kuruluş hâlinde bulunan ve hazırlıklarını tamamlamaya zaman bulamayan Türkiye Büyük Millet Meclisi ordusunu tamamen ortadan kaldıracak, memleket ve milletimizi yok etme hususundaki kararlarının uygulamasına hiçbir engel bırakmayacaktır. Bu düşman ordusu, Temmuz ortalarında taarruz harekâtına başlamıştı. Ordumuz bu harekâta karşı bildiğiniz gibi İnönü, Kütahya ve Altıntaş kuzey ve kuzeydoğusunda bulunan uzun bir hatta bulunuyordu. Bu hatta düşmanla savaşmaya başlamıştık. Fakat, daha ilk temasta, düşmanın sayıca ve araç bakımından üstünlüğü görünüyordu. Buna dayanarak ordumuz bu hat üzerinde kesin savaşı kabulden çekinmekle yalnız mevzii savaşlar vererek düşmanı fazla zararlara uğratmakla yetindi. Ve bunun sonucunda ordumuz Eskişehir doğusu ve Seyitgazi hattına çekildi. Böylece bu hatta da görüldü ki düşman ordusunun üstünlüğü kalıcıdır.



Bundan dolayı meydan savaşı vermeden, yalnız düşmanı kayıplara uğratmak için savaşlar yapıldı. Ve bundan sonra ordumuzu biraz daha tamamlamak ve memleketimizin diğer kısımlarında bulunan yedek kuvvetlerin katılımına zaman bırakmak ve herhalde bizim için uygun ve düşman için uygun olmayan bir bölgede Meydan Savaşı’nı kabul etmek uygun görülmüştü. İşte böyle bir kararla ordumuzun ana kısımları düşman ordusu ile olan temasını kesmişti… ve uzak bir mesafede doğuya çekilmiş, yaklaşık 26 Temmuzda Sakarya gerisinde toplanmıştı. Düşmanlarımız ve düşmanlarımızın uygulama aracı olan Yunan ordusu, ordumuzu sıkıştırıp mağlûp edemeyince, elinde yalnız birkaç şehir ve biraz arazinin kaldığını gördü. Ve bunun bir hedef elde edemeyeceğine doğal olarak inanmış oldu. Her halde tasarladıkları hedefe ulaşmak için ordumuzla mutlaka kesin sonuç verecek bir meydan savaşı yapmak mecburiyeti bulunuyordu. İşte biz, bu mecburiyetten dolayı düşmanın mutlaka doğuya yöneleceğine inanmıştık ve Sakarya doğusunda, gelecek olan düşmanı emniyetle karşılamak için lâzım gelen hazırlıklarda bulunduk. Gerçekten, düşman Eskişehir’de o güne kadar oluşan kayıpları gidermek ve ileri yürüyüş esnasında uzayacak menzil hatları üzerinde gereken düzenlemeleri yapmak için 15-20 gün kadar bir zaman harcadıktan sonra 13 Ağustosta ileri yürüyüşüne başladı. 13 Ağustostan 17 Ağustosa kadar Porsuk suyunun kuzeyinden ve güneyinden ve Sakarya’nın yukarı kısmının güneyinden olmak üzere toplam 10 piyade bölüğü ve bir süvari bölüğünden oluşmuş olan kuvvetli ordularını yürüttü. Ağustos’un 17 ve 18’inci günleri bu düşman, Sakarya batısında ana ordumuzla temasa geldi. Düşman belki bizim Mihalıççık ve Sivrihisar’da ciddî bir direnişte bulunacağımızı varsayarak bu hatta kuvvetlerini toplamış olarak hazırlanmıştır. Halbuki bu sahada düşmanla temasta bıraktığımız kuvvetler yalnız süvari bölükleriyle yükü hafif ve küçük piyade müfrezelerinden ibaretti. Ve bunlar düşmanın harekâtını mümkün olduğu kadar geciktirerek ve durdurarak ve teması koruyarak geriye çekilmişlerdir. Özellikle düşman ordusunun sağ tarafı ve sağ tarafının gerisinde faaliyetler gösteren süvari kütlelerimiz düşmanın harekâtına olağanüstü zorluklar çıkardı.

Bu şekilde düşmanın bütün stratejik plânlarını meydana çıkarmıştı. Düşman, Sakarya karşısına geldikten sonra almış olduğu düzenin ordumuza taarruza ve ordumuzu arzu ettiği gibi mağlûp etmeye uygun olmadığına karar vermiş olacaktır ki, 13 Ağustostan 23 Ağustosa kadar önemli bir hareket yapamadı. Bu süre zarfında yalnız stratejik düzenini değiştirmekle uğraştı. Düşmanın bu yeni


stratejik düzeninde takip ettiği görüş, ana kuvvetleriyle ordumuzun sol tarafını çevirerek ordumuzu yok etmek ve ondan sonra Ankara’ya gelip Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Hükûmetini dağıtmak ve bütün Anadolu’ya hâkim olmak idi. İşte bu maksada dayanan strateji plânını yaparken bizim nazarımızda meydana gelen aşamalar şunlar idi:

Düşman 1-2 tümenini Sakarya’nın batısında terkettikten sonra geri kalan sekiz tümenini güneye ve doğuya kaydırarak Ilıca vâdisinin güney sahasında doğuya doğru yürütüyordu. Doğal olarak biz de daha çok öncesinden düşmanın bu maksadını keşfetmiş bulunduğumuz için ordumuza ona göre önlem aldırmış bulunuyorduk. Daima düşman sağ tarafı karşısında harekât yapan süvari bölüklerimiz ve yükü hafif piyade bölüklerimiz, düşmanın geri dönüş yollarının üzerine, menzil hatları üzerine birçok hücumda ve devamlı taarruzlarda bulundular. Birçok kollarını vurdular, birçok otomobillerini ve diğer nakliye araçlarını tahrip ettiler, yahut ganimet aldılar ve binlerce düşman Çeltik yakınından geçen menzil hatlarını kuzeye taşımak zorunda kaldı. Düşman 23 Ağustos sabahına kadar tasarladığı plânın bütün uygulamalarını tamamlamıştı. Ve bugün sabahleyin bütün doğuya gitmekte olan kuvvetlerini kuzeye yöneltti ve ileri harekete başladı. Bizim, İnler, Katrancı güneyinde ve onun doğusunda Kirazoğlu ve daha doğuda Mangaldağı denilen bazı mevzilerde ileri bölüklerimiz vardı. Düşman bu ileri bölüklerimize hücum etti. Bazı yerler hafif ve bazı yerler de ciddî ve kanlı savaşlarla müdafaa olundu. Nihayet 23-24 Ağustos gecesi orada bulunan bölüklerimiz zaten kararlaştırılmış olduğu gibi ve önceden aldıkları talimat gereğince geriye, ana mevzilere alındılar. Düşman, aynı günü takip eden gecenin sabahında Beylikköprü civarında da hafif postalarla sağlamlaştırılmakta bulunan kısımdan bir ilâ bir buçuk tümenini nehrin doğusuna geçirmeye başladı. Ağustos’un 24 üncü günü düşmanın Beylikköprü’den doğuya geçmiş olan kuvveti üzerine o çevrede bulunan bölüklerimiz kuzeyden ve güneyden taarruz ettiler. Savaş, akşama kadar ve bütün gece devam etti. Bunun sonucunda düşmanın doğuya geçirmiş olduğu bölükler, olağanüstü kayıplara uğratıldı. Ve hemen köprünün çevresinde ve doğusunda kurulmuş mevzilere kadar sürüldü. 25

Ağustos günü düşman Beylikköprü’den Haymana’nın 20-30 kilometre daha doğusuna kadar uzayan bütün cephe üzerinde genel taaruza geçti. Bu taarruzlar daha başlangıcında yalnız bir nokta ayrı olmak üzere büyük kayıplar ile uzaklaştırıldı ve durduruldu. Yalnız Haymana güney sahasında, Alancık’ın kuzeyinde Türbetepe denilen bir mevziimiz vardı ki, düşman burayı geçici bir şekilde işgal etmiş bulunuyordu. Fakat, aynı günde o çevrede bulunan yedek bölüklerimiz karşı taarruza geçti. Ve çok kahramanca taarruz ve hücumlarla düşmanın oraya varmış olan bölüklerini hemen tamamen denilecek bir biçimde yok etmiş, buradaki düşman askerînin, küçük bir kısmını oluşturan geri kalan kısmını kıyıya atmıştır. Ve bu şekilde aynı günde orası tekrar geri alındı. Bugünkü savaşta düşman bu tepede ve Yıldızdağı civarında olağanüstü kayıplara uğratıldı. Ağustosun 26’ncı günü düşman yine bütün cephe üzerinde genel taarruzlarına devam etmiştir. Ve bu taarruz harekâtında gelişen düşman bölüklerinin bölünmesi şöyle idi:

Bir buçuk tümen kadar kuvveti Beylikköprü ve bunun kuzeyinden hücum ediyordu. İki tümen kadar bir kuvveti Yıldız ve bunun doğusundaki Devidemir mevzilerimize taarruz etti ve bunun daha doğusunda Sapanca sahasında 4-5 fırka kadar kuvveti hücum etti. Düşmanın bugünkü taarruzu bile genellikle her yerde uzaklaştırıldı ve durduruldu ve pek çok kayıplar verdirildi. Yalnız Haymana’nın güneyinde Yamak’ın doğusunda bir miktar arazi kazanmada başarılı oldu. Fakat kısa bir mesafe içinde ilerleyebilen düşman kuvvetleri derhal alınan önlemlerle durduruldu. Bunu izleyen günde, 27 Ağustosta düşman ordusu Sapanca-Yamak arasındaki kısmı ayrı olmak üzere yine bütün cephe üzerine genel taarruz yaptı. Düşman bu taarruzda hiçbir yerde en ufak bir başarı bile kazanamadı. 28 Ağustosta yine düşman gündüz ve gece devam etmek üzere bütün hattımıza taarruz etti. Bu taarruz sonucunda Beylikköprü yakınında ve sol tarafımız karşısında düşman bir kısım arazi kazanmada başarılı oldu. Fakat, buna karşılık özellikle sol tarafımız karşısında yerine konulamayacak büyük kayıplara uğratılmıştır. Bununla beraber düşman, taarruzlarında ısrar ediyordu. Ağustos’un 29’uncu günü yine Beylikköprü’den tâ Dikilitaş ve onun daha doğusunda Büyükgökgöz mevzilerine kadar bütün kuvvetiyle genel taarruza kalkışmıştır. Bugünkü savaş sonucunda Dikilitaş civarında ve onun biraz batısında fazlaca bir kısım arazi kazanmada başarılı oldu. Bunun ardından ordunun merkezini Sarı Hâlil ve Kursak mevkilerinden geçen hatta almayı uygun gördük. Dikilitaş civarında ilerlemeye başarılı olan düşmana karşı tertibat almış olan kuvvetlerimizle düşmanın bir hizaya gelmesi için bütün cephede böyle bir değişikliği uygun bulduk. Gerçekten durum harita üzerinde düşünülürse görülür ki, bugüne kadar bölüklerimizin savunduğu hat, tamamen bir dik açı oluşturmak üzere kuzeyden güneye uzanan Sakarya hattı ve tamamen batıdan doğuya uzanan Ilıca hattından kurulmuş oluyordu. Şimdi biz, bu dik açıyı atarak savunma hattının merkezini geriye almak suretiyle daha kısa, daha yoğun hale konan bir savunma hattına sahip bulunmuş oluyorduk. Yani düşmanın Dikilitaş yönünde biraz arazi kazanmış olması, bize cephe değişiklikleri yaptırttı. Ve bu değişiklikler düşmanın aleyhine ve bizim lehimize olmuştur. Doğal olarak böyle bir cephe değişikliği manzarası düşmanı çok ümitlere düşürdü. Onun için 30 Ağustosta tekrar düşman Beylikköprü bölgesinde ve Sarı Hâlil ile Kursak bölgesinde ve buradan doğuda Büyükçalış yönünde ordumuzun sol tarafı aleyhine olmak üzere genel taarruza geçti. Bugünkü harekât sonucunda düşmanın bütün taarruzları hemen her yerde

başarıyla uzaklaştırıldı. Yalnız Çaldağı batısında hafif bölüklerle sağlamlaştırılmakta olan araziye kolaylıkla girmiş oldu. Bundan dolayı düşman sanırım biraz daha ümitlendi. 31 Ağustosta tekrar bütün cephede taarruzunu sürdürdü ve bu taarruz sonucunda Sivrihisar ve bunun doğusunda bulunan Çaldağı sahasında bir kısım arazi kazandı. Bugüne kadar cereyan eden haberleşmelerden orada gözle görülen durum şu idi: Düşman uğradığı büyük kayıplar yüzünden artık bizim sol tarafımız aleyhine olan taarruzdan tamamen vazgeçti. Fakat, merkezde, hafif tutulmuş yerlerde taarruzunu yenilemekle belki bir sonuç alabileceğini zannettiği kanaati ortaya çıktı. Ve gerçekten 1 Eylülde doğudan kaydırabildiği kuvvetlerin katılımıyla sağ tarafımız aleyhine ve merkeze, Haymana ve Dikilitaş’a kadar olan sahada genel taarruz yaptı. Ve bu taarruzu 2 Eylülde yine sağ kolumuza ve merkezimize karşı yeniledi. Bugünkü taarruz sonucunda düşman Çaldağı üzerinde bulunan bazı bölüklerimizin daha doğuya çekilmesine neden olmuştur. Bu elimizde bulunan harita, Kiepert’in tercüme olunmuş haritasıdır. Elbette bütün dünya bu harita ile harekâtı takip ediyor. Gerçekten bu haritaya bakılınca Çaldağı bütün sahaya son derece hâkim bir mevzi gibi görünüyor. Görünüşte böyle bir mevziin düşman eline geçmesi savaşın artık aleyhimize döndüğü gibi bir fikir verebilir. Fakat Efendiler, bu çok yanlış bir fikirdir.

Daima özünü koruyan, aklını ve ileri görüşlülüğünü koruyan bir ordu için mevziin önemi yoktur. Bir asker her yerde savaşır. Tepenin üstünde, tepenin altında, derenin içinde de savaşır. Bundan dolayı bu kurala uyarak hareket eden ordumuz, Çaldağı’nın düşman eline geçmesinden de hiç endişe etmedi. Çaldağı’nın 500 metre, bin metre doğusunda bulunan savunma açısından daha güvenli ve daha sağlam bir hat üzerinde yerleşti. 3 Eylülde düşmanın bütün cephede sessizliği, yorgunluğu görünüyordu ve birtakım önlemler almakta olduğu hissediliyordu. Fakat, Eylülün dördüncü günü düşman, toplayabildiği kuvvetlerle sağ kolumuz ve merkezimiz karşısında bulunan mevzilerini destekledi ve oradan tekrar taarruza geçmek istedi. Fakat, bu kez düşmanın bütün taarruzları son derece fazla kayıplarla her noktada durduruldu ve uzaklaştırıldı. Düşman gerçekte mağlûp olmak üzere idi veyahut mağlûp olmuştu. Fakat, öyle birtakım emeller peşinde, o kadar hayaller içinde geziyordu ki bu mağlûbiyeti bir türlü kendi kendine kabul etmek istemiyordu. Onun için Eylül’ün beşinci günü bile toplayabildiği son yedekleriyle son bir taarruz ve boğazlanmışcasına bir harekette bulunmaktan kendini engelleyemedi. Gerçekten bütün bu kuvvetlerle yalnız ordumuzun merkezine bir taarruz yaptı. Fakat, bu taarruzu bile büyük kayıplar ile durduruldu ve uzaklaştırıldı. Artık düşman bütün cephe üzerinde taarruzdan vazgeçmek zorunda kaldı ve savunmaya geçmek mecburiyetini hissetti.

Yunan Komutan Papulas

Papulas’ın resmî olarak yayınladığı raporunu burada okudum. O rapora göre Papulas, sanıyorum ki, bugüne kadar cereyan eden savaşlardan ve özellikle 6 Eylülden sonra, kendisince savaşı bitiriyor.

Raporunda kısaca diyor ki: Türkiye ordusunu mağlûp ettim, nehrin doğusunda yerleştim. Halbuki bizim plânımızın yalnız birinci aşaması son bulmuştu. Henüz ikinci aşamasına başlamamıştık.

Gerçekten Türkiye Büyük Millet Meclisi ordusunun plânı düşmana istediği yerde savaşmak ve öncelikle onu çarpışmaya zorlamak ve çarpıştıkça kırmak ve beli üzerine atılmaktı, bundan dolayı maksadımızın birinci aşaması tamamen tasarladığımız gibi oluşmuştu. Onun için ikinci aşaması başlıyordu. 6 Eylülde artık düşmanın harekete ve faaliyete gücü kalmadığı tamamen görünüyordu. Fakat, direnişinin ne dereceye kadar kırıldığını anlamak için derhal cephemizin merkezinden karşı taarruza geçildi. Ve yaklaşık iki tümenlik bir cephe üzerinde bu taarruz hareketi yapıldı ve başarılı olundu. Ve zamanın uygun olduğu derecede ileriye gidildi. Eylül’ün sekizinci günü bu harekete devam edildi ve yine elde edilmiş olan başarılar arttırıldı ve artık kanaat geldi ki, düşman ordusunun tepelenmesi zamanıdır. Bundan dolayı daha köklü ve daha genel şekilde hazırlıklara başlanıldı. Eylülün dokuzuncu günü hazırlıklar ile vakit geçirdik. 10 Eylül günü bütün ordu cephesinde ve özellikle düşmanın sol kolu aleyhinde Beylikköprü’nün doğusunda bulunan kuvvetlerine genel taarruz yaptık. Bu taarruzumuz çok kısa bir zamanda gayet büyük sonuçlar verdi. Düşman ordusunun hayat ve ölümüyle ilgili ve son derece önemli olan mevziler kahraman askerlerimiz tarafından derhal işgal edildi. Ve buraları işgal eden düşman, topunu, tüfeğini terkederek perişan bir şekilde Beylikköprü yönünde kaçmaya başladı (Alkışlar). İşte bugüne kadar burada oturmaya, burada yerleşmeye ve karşı harekât için hazırlanmaya karar vermiş olan Yunan ordusu derhal geri dönmeye karar vermiştir. Bu darbe ile düşman ordusunu geri dönmeye zorladık. Gerçekten 11 Eylülde düşman, sağ tarafından başlamak üzere batıya doğru çekiliyordu. Fakat, bizim yönelttiğimiz taarruz o kadar etkili, o kadar yok edici idi ki, buna karşı düşman ordusu, Yunan milletinin gösterebileceği en büyük cesaret, yiğitlik, kahramanlık ne ise onların hepsini göstermek suretiyle karşı koymak ve savunmada bulunmak mecburiyetinde idi. Ve gerçekten öyle olmuştur. Düşman, sağ kolundan getirmiş olduğu kuvvetlerle destek bulmuş ve ordusunun çekilme hareketini yapabilmek için karşı taarruza geçmiştir. 11 Eylül günü düşmanın yaptığı bu taarruzların tamamı kırıcı ve ezici bir şekilde uzaklaştırılmıştır. Ve 12 Eylülde ordumuz şiddetli hareketlerle taarruza devam etti. Ve düşman bütün gayretlerine rağmen en önemli mevzileri süngülerimize bırakmak zorunda kaldı. Kartaltepe, Beştepeler, onun güneyinde uzayan mevzileri bırakmış idi.

Zaten düşman ordusunun maddîyat ve manevîyatı bozulmuş ve sarsılmıştı. Bu darbenin etkisi altında artık düzenli bir çekilme görüntüsünü de kaybederek perişan bir halde; bir an önce nehrin batısına atılmaktan başka bir şey düşünmedikleri anlaşılıyordu. Nihayet 13 Eylülde bu saha düşmandan tamamen temizlenmiş bulunuyordu. Bu sahada meydan savaşı cereyan ederken Afyonkarahisar ve Dinar taraflarında bulunan bölüklerimiz de Uşak, Karahisar hattına taarruz ettiler. Hat ve köprüleri tahrip ettiler. Düşmanın menzil hizmetlerini karışıklığa düşürmek suretiyle buradaki Meydan Savaşı’nın kazanılmasına yardım etmişlerdir. Düşmanın çekilme hareketleri olurken daha önce düşmanın sağ tarafı arkasında bulunan yükü hafif bölüklerimiz derhal düşmanın geri dönüş yolu yönünde taarruz etti ve önüne gelen düşman bölüklerini perişan etti, dağıttı. Ve biliyorsunuz, Sivrihisar’a kadar girdi. Yunan ordusu Başkumandanın şahsına ait eşyasına varıncaya kadar birçok şeyleri ganimet olarak aldı. 13 Eylülden bugüne kadar (ki, bugün 19 Eylüldür) geçen aşamaları kısaca arz edeceğim: Düşman nehrin batısına atıldıktan sonra tamamen çekilmeye devam edecek halde değildi. Onun için öncelikle toplanmak ve ondan sonra yürümek zorunda kaldı. Bundan dolayı mümkün olduğu kadar kuvvetli olarak nehrin geçitlerini tutmuş ve onun gerisinde toplanmaya uğraşmıştı. Bizim ona karşı uygulamak istediğimiz harekât, nehir boyunca yalnız işgal hareketi yapmak ve düşmanın kuzey ve güney tarafları dışından geri dönme yolunu kesmektir, bu hareketimiz şimdiye kadar başarıyla cereyan etmiş ve başarıyla devam etmektedir (elhamdülillâh sesleri). Yalnız çok arzu ederim ki, Düşman daha çok burada uğraşmış bulunsun. Ancak bu hareketin tehlikesini fark etmiş bulunacaktır ki, artık nehrin savunmasından vazgeçerek batıya doğru süratle çekilmeye başlamıştır. En son durum şudur: Düşman ordusu Mihallıççık ile Sivrihisar arasında ve daha çok demiryolu güzergâhında toplanıyor ve oradan geri çekilmek istiyor. Ve bizim bölüklerimiz nehri her noktadan geçmiş. Mihallıççık ve Sivrihisar hattına yaklaşmakta bulunuyor. Kuşatmakla görevli olan kuvvetlerimizden bir kısmı Hamidiye, Mahmudiye, Arapören civarındadır. Yani Seyitgazi’nin kuzey doğusunda ve Alpı köyünün güneyindedir. Diğeri Kuzeyden gelen diğer kuşatma kolumuz Kartaltepe’yi işgal etmiştir ve doğru Alpı yönünde hareket hâlinde bulunuyor. Doğal olarak bu duruma göre düşmanın durumu pek de mutluluk verici olmasa gerekir (Allah daha fena etsin sesleri). Bu ayrıntılı bilgiyi özetlemek istersek diyebiliriz ki; düşman, ordumuzun sol kolunu kuşatmak suretiyle hızlı ve yok edici bir sonuç almak istiyordu. Düşmanın bu stratejik harekâtını iptal ettik. Düşmanı düzen dairesinde savaşa zorlayarak, öncelikle stratejiyle mağlûp ettik. Savaşı cephe savaşına çevirdik. Onun ardından merkezimizi yarmak istedi, bunda da başarılı olamadı. Ondan sonra savunmada kalmaya karar verdi. Taarruz hareketlerimizle bunu da önledik. Ve bu şekilde yirmi bir gün, gecesiyle beraber, devam etmek üzere Sakarya Meydan Savaşı kahraman ordumuz tarafından kazanıldı (şiddetli alkışlar).

Efendiler! Türkiye Büyük Millet Meclisi ordusunun Sakarya’da kazanmış olduğu meydan savaşı, çok büyük bir meydan savaşıdır. Savaş tarihinde belki benzeri olmayan bir meydan savaşıdır. Bilirsiniz ki, büyük meydan savaşlarından biri olan Mukden Meydan Savaşı bile yirmi bir gün devam etmemiştir. Bundan dolayı ordumuzun savaş tarihine bir örnek olan bu zaferi kazanmış olmasından dolayı Yüce Heyetiniz’i tebrik ederim (Alkışlar). Bu parlak zaferin kazanılmasını sağlayan kişileri yüksek huzurunuzda ve bu kürsüden büyük saygı ve övgülerle anmayı vicdanî bir borç kabul ederim. Genelkurmay Başkanımız Fevzi Paşa Hazretlerinin bu Meydan Savaşı’nda yaptığı hizmetler çok büyük övgülerle anılmaya layıktır. Pek saygıdeğer, faziletli ve değerli olan bu yüce şahıs, savaş alanlarının hemen her noktasında gece ve gündüz hazır bulunmuş ve çok isabetli ve değerli tedbirlerini yerinde, gerekenlere ulaştırmış ve daima sevinç verecek, manevî kuvveti yükseltecek öğütleri bol bol kullanmıştır. Adı geçen şahsın olağanüstü hizmetleri övgüye ve beğeniye değerdir. Batı Cephesi Kumandanı İsmet Paşa Hazretleri derin bir zekâ, yorulmaz bir kararlılık, iman ve faaliyetiyle gece gündüz harekâtın en ufak noktalarına varıncaya kadar etkili olmuş ve son derece geniş bir görüşle ordusunu sevk ve idare ederek bu başarı ve zafere ulaştırmıştır. Diğer grup ve kolordu ve tümen, alay ve diğerleri… Kumandanların her biri, birbiriyle yarışırcasına fedakârlık, kahramanlık ve dayanıklılık göstermişlerdir. Subaylarımızın kahramanlıkları hakkında söyleyecek söz bulamam, yalnız ifadede doğru olabilmek için diyebilirim ki, bu savaş, subay savaşı olmuştur. Bundan dolayı subay arkadaşlarımın en ufak rütbelisinden en büyük rütbelisine kadar değer ve fedakârlıklarını bütün kalp ve vicdanımla ve hakkını vererek anarım. Erlerimizi övgülerden çok yüksek görürüm. Zaten bu milletin evlâdı, başka türlü düşünülemez. Bu milletin evlâtlarının fedakârlıklarının, kahramanlıklarının için tek bir benzeri bulunamaz. Erlerimiz hakkında yeni bir şey eklemek isterim: Kahraman Türk askerî, Anadolu savaşlarının manasını anlamış, yeni bir ülkü ile savaşmıştır.

Efendiler! Böyle evlâtlara ve böyle evlâtlardan oluşmuş ordulara sahip bir millet, elbette hakkını ve istiklâlini bütün manasıyla korumakta başarılı olacaktır. Böyle bir milleti istiklâlinden mahrum bırakmaya kalkışmak hayal ile uğraşmaktır.

Efendiler! Müdafaa-i Milliye Vekilimiz Refet Paşa Hazretleri savaşın bütün cereyanı anında ordunun ihtiyaç duyduğu ve duymadığı her şeyi başarıyla ve zamanında yetiştirmiştir. Bu, zaferin elde edilmesi için birinci etkenlerdendir. Bundan dolayı kendisine teşekkürlerimi sunarım.

Efendiler! Düşmanın pek büyük çabalarla, fedakârlıklarla vücuda getirdiği ve diğer bazı devletlerin de büyük yardımlarıyla destekledikleri gerçekten mükemmel ve kuvvetli ordularını mağlûp etmek için kendimizde bulduğumuz kuvvet ve kudret, davamızın haklılığındandır. Gerçekten biz, millî sınırımız içinde hür ve bağımsız yaşamaktan başka bir şey istemiyoruz. Biz, Avrupa’nın diğer milletlerinden esirgenmeyen, hukukumuza tecavüz edilmemesini istiyoruz. I. Dünya Savaşı’nda içinde olduğumuz grubun mağlûp olması yüzünden uğramamız gereken cezayı Suriye ve Irak gibi geniş memleketlerimizin yönetimi ve geleceğinin belirlenmesi hakkını o memleketler halkına bırakmak suretiyle hâkimiyet hakkımızdan vazgeçerek çekmiş bulunuyoruz. Hiçbir mağlûp devletten bu kadar geniş ve bu kadar zengin memleketler alınmamıştır. Bu araziyi bizden almak için yönetimimize yüklenilenlerin tamamı asılsızdır. Ve görünen nedenlerden ibarettir. Çünkü bugün işgal altında bulunan bu memleketlerdeki halkın, medeni olduğu öne sürülen yönetimlere karşı isyan etmekte olmaları, bütün kalp ve vicdanları ile tekrar bizim yönetimimizde bulunmak arzusunu göstermeleri, bizim kötü yönetimimiz hakkında söylenilen, duyurulan konuların ne dereceye kadar gerçekten uzak olduğunu tamamen ispat eder. Hükûmetimizin ve milletimizin Hristiyan unsurlara karşı adaletli bir şekilde hareket etmemiz, geleneklerimiz ve dinimiz gereklerindendir. Ve gerçekten Hristiyanlara adaletli davranıldığına en büyük delil, memleketimizin her noktasında en ufak köyünde bile Hristiyan unsurların Müslümanlardan fazla huzur, refah ve servete sahip olmalarıdır. Eğer bunlar hakkında zulüm ile, gasp ile adaletsizce muamele edilseydi doğal olarak bugünkü hal ve vaziyette bulunmamaları lâzımdı. Bundan dolayı bunun için başka bir delil ve neden söylemeye gerek görmüyorum. Fakat, bu Hristiyan unsurlardan, dışarının kışkırtmalarıyla veyahut ekmeğini yediği toprağa nankörlük ederek millî varlığımızı zarara sokmak, ihlâl etmek girişimlerinde bulunacakların fenalıklarına set çekmek çok tabiî ve mecburîdir. Bundan dolayı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetini hatalı saymak hiç kimsenin hakkı değildir. Bugün en büyük, en kuvvetli ve en medeni milletlerin bu gibi meselelerde bize göre çok şiddetli ve zorlayıcı uygulamalara girişmekte olduğu herkesçe bilinir. Fakat, bütün dünya bilmelidir ki, sakin ve bağlı halk daima korunmuştur. Ve daima korunacaktır. Hristiyan unsurlardan olanların İslâm vatandaşlarından bir farkı yoktur. Aynı hukuka sahiptir. Ve sahip kalacaktır. Düşmanlarımızın diğer iddiaları da bu arz ettiklerim gibi asılsızdır. Yunanlılar, gasp etmek suretiyle işgalleri altına geçirdikleri bölgelerde çoğunluğun Rumlar’da olduğunu iddia ederler. Halbuki, gerçek tamamen tersidir. Bütün tarafsız istatistikler, bunu böyle göstermektedir ve milletlerarası komisyon raporlarının sonucu bunu doğrulamaktadır. Ve nihayet Londra’da harp bölgelerinde araştırmalar yapılmasını önerdikleri zaman bunu, delegeler heyetimiz kabul ettiği halde; Yunan Hükûmeti reddetmiştir. Çünkü: Araştırmaların sonucu onların değil; bizim lehimize olan gerçeği doğrulayacağına şüphe yoktu. O halde Yunanlılar bizim memleketimizin servetini çalmaktan başka bir amaç beslemiyorlar. Yunanlıların bizim yönetimimiz aleyhinde yayınlamaya devam ettikleri iddialar yazık ki bazı yerlerde kabul görüyor. Fakat, sormak gerekir ki: Onların gösterdikleri medeniyet eserleri nelerdir? Yunanlıların medeniyeti Efendiler, zulme uğramış insanların kanına, malına, canına, ırzına tecavüz ve mâsum kadın ve çocukları katletmektir. İtilâf Devletleri’nin gözleri önünde cereyan eden bu kötülükler, gerçekten Yunanlıların Anadolu’ya getirmek istedikleri medeniyetin iğrenç eserleridir! Evet, Haçlıların kahramanları arasına girmek isteyen Kral Konstantin’in Anadolu’ya ulaştırmaya memur olduğu medeniyetin eserleri: Yangın yerleri ve ihtiyar kadın ve çocuk cesetleridir (kahrolsun sesleri). Mazlûm kanı dökmekten zevk alan Yunanlıların uygulamakla oldukları zulümlere neden büyük devletler göz yumuyorlar? Ve neden bizim millî varlığımızı zarara sokanlara karşı aldığımız önlemlere kıyametler koparıyorlar? Bu sorunun cevabını medeniyet dünyası versin! Kral Konstantin bazı hükûmetlerin hoşuna gitmek için Venizelos tarafından açılan sefere gayet derin dinî amaçları canlandırmak için girişmişti. Hristiyanların asırlarca önce takip ettiği dini gayeleri canlandırmak için Hz. İsa tarafından kendini memur zannetti. İzmir’de ilk karaya çıktığı zaman İzmir şehrine değil, vaktiyle Haçlıların çıktığı yeri seçerek oraya çıkmıştır. O yerin, Eskişehir ve diğer Müslüman Türk şehirlerinin isimlerini değiştirdi. Kral Konstantin, Mareşal Foch ve General Gouraud gibi değer ve askerî şöhretleri bütün dünyaca tanınmış büyük kumandanların doğru öğütlerini gururla reddetti. Kral Konstantin’in arzusu Haçlıların kahramanları sırasına geçmek ve eski istilâcı zalimleri taklit etmekti. Avrupa bu serserilikleri uzaktan seyretti. Fakat, Efendiler, Cenab-ı Hak bize yardım etti (elhamdülillâh sesleri) Yunan ordusu, Türkiye Büyük Millet Meclisi ordusu karşısında yüz geri etti.

Sırrı Bey (İzmit)- “Senin dehan karşısında…”

Mustafa Kemal Paşa (devamla)- Kuşkusuz, haklarımızı elde edinceye kadar silâhımızı elden bırakamayız. Fakat, bundan bizim aşırı harp taraftarı olduğumuz sanılmasın. Böyle bir anlayış kadar büyük haksızlık olamaz. Biz tersine herkesle barış yapmak istiyoruz.

Efendiler! Barış yoluyla haklarımızı elde etmek için her yola başvurduk. Bu konuda hiçbir kusur etmedik. Fakat, bizim bütün iyi niyetlerimizi, ciddîyetimizi medeniyet âlemi önünde gizlediler. Ve ancak ilkel kavimlere yapılabilir uygulama ile ve çocukça birtakım manasız tehditlerle bizi karşıladılar.

Efendiler! Bütün dünyanın bilmesi lâzımdır ki:

Türk halkı, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onun Hükûmeti, uşak yerine konulmayı kabul edemez. Her medenî millet ve hükûmet gibi varlığının, hürriyet ve istiklâlinin tanınması talebinde kesinlikle ısrarlıdır (hay hay sesleri). Ve bütün davası da bundan ibarettir! Biz savaşçı değiliz. Barış severiz. Ve bir an önce barışın olmasını görmek ve ona yardım ve hizmet etmek isteriz. Biz, Rusya ile dostuz. Çünkü Rusya, herkesten önce bizim millî hukukumuzu tanıdı. Ve ona uydu (Alkışlar). Bu şart dahilinde bugün olduğu gibi yarın da ve daima Rusya, Türkiye’nin dostluğundan emin olabilir (Alkışlar). Bundan dolayı İtilâf Devletleri bile millî varlığımızı ve istiklâlimizi tanıdıkları halde onlarla da aramızda hiçbir ayrılık sebebi kalmayacaktır. Ve derhal barış ve ilişkiler kurulabilir.

Açık ve gerçek cephemizi tamamen açıklayabilmek için işte bu kürsüden ve kanun yapmaya geniş yetkiye sahip olan yüce Heyetiniz’in başkanı sıfatiyle açıklıyorum ki: Biz savaş değil, barış istiyoruz. Barış yapmaya hazırız ve bence buna engel hiçbir neden yoktur. Eğer Yunan ordusunun bizi kanunî ve haklı olan davamızdan vazgeçireceği düşünülüyorsa, bu mümkün değildir. Görüşün çürüklüğünü anlamak için çok basit bir kıyaslama yeterlidir. Lloyd George 16 Ağustosta Avam Kamarası’nda verdiği nutukta: “Başarılı bir harbi göze almış olan memleketin lehinde davranmak gereğini” kabul ediyordu. Bundan dolayı bu başarıyı, bu zaferi kazanan Türkiye olmuştur. Buna göre Lloyd George’un sözünden dönmeyeceğini ümit etmek isterim. Bununla beraber bizi yok etmek görüşü karşısında varlığımızı silâhla korumak ve savunmak çok doğaldır. Bundan daha doğal ve daha haklı bir hareket olamaz (hay hay sesleri).

Tunalı Hilmî Bey- “Bu çalışma daima zaferle taçlanacaktır. ”Mustafa Kemal Paşa (devamla)-

Efendiler! Askerî harekâtımız hakkında son bilgiyi ve son sözü söylemiş olmak için arz ederim ki: Ordumuz, vatanımız içinde bir tek düşman askerî bırakmayıncaya kadar takip, baskı ve taarruzuna devam edecektir (yaşasın sesleri ve sürekli alkışlar).

https://bit.ly/2wmSBRx

.

Hiç yorum yok: